![]() |
Andy Warhol- Elmas Tozlu Ayakkabılar |
Etrafınıza
bakın ve ne gördüğünüzü kendinize söyleyin. Pek çok sesi duyabiliyorum; evet
devlete, hükümete dair bir ton abidik gubidik saçmalıklar, gereksiz şeyler
oluyor. Görüyoruz, duyuyoruz, şahit oluyoruz. Say say bitmez.
Amma
velakin ben başka bir şeyden; değerlerin, anlamların, kavramların, tanımların;
iyi ve güzel ne varsa hepsinin altının oyulduğu, her şeyin anlamsızlaşıp değer
kaybettiği bir durumun yansımalarından söz edeceğim. Ki bu da aslında
devletin-hükümetin yarattığı bir varoluştan azade değildir.
Evet,
içinde yaşadığımız devletin epey uzun süredir yontma taş devrinden cilalı taş
devrine henüz adımını atmış ilkel köleci iktidarlara özgü bir varoluş içinde
olduğunu görüyoruz. Ben bir de bunlara ilaveten etrafa bakınca okurdan çok
yazar görmeye başladım epey uzun zamandır. Bir tür kendini bilmezliğin,
hadsizliğin, adam sendeciliğin yaygın olduğu tuhaf bir “cüret” döneminde
yaşıyoruz.
Roman
deryası içinde bir hayli efor sarf edip, edebiyatın derinlikleriyle hemhal
olduktan sonra kaleme sarılmış olmayı geçtim, (en azından) edebiyatın köşe
taşlarını okumamış (ne bileyim, mesela Oğuz Atay’ın ismini bilir ama hiçbir
romanını okumamış, Yaşar Kemal’i sever ama romanlarının kapağını açmamış, Halit
Ziya’nın, Ahmet Hamdi’nin kenarından bile geçmemiş vesaire…), sanatın diğer
alanları hakkında fikirsiz bir bilgiye bile sahip olamamış ama romanı, öykü
kitabı, hiç olmadı bir şiir kitabı olup kendini “yazar” diye tanıtan insanlar
gördü bu gözler. Görmeye de devam ediyor. Şiir en kolay yazılan bir şey ya, onu
o yüzden en sona koydum! Neticede şiir yazabilmek için bir şey okumana gerek
yok; biraz hayal gücün olsun, biraz duygusal şu bu ol, (ne biliyim sevgilinden
ayrılmış ol, o seni terk etmiş olsun, hiç olmadı öldürülmüş masum insanlara acı
mesela), bir iki tane de imge olduğunu düşündüğün “bi’şey” bulup onu da
retorikle bezedin mi tamamdır! Hepimiz zaten retorik uzmanıyız, şiir de zaten
budur! Ki bu türün içinde retorik uzmanı olamayanlar bile var. Olsun, alt alta
iki güzide dize yazınca şiir oluyor yine de!
Yine de
sorun bu değil. (Bunu bile sorun olarak görmüyoruz/görmüyorum artık, gerisini
siz düşünün!) Hasbelkader bir şiir kitabı, öykü kitabı ya da roman yazıp
bastırmış birilerinin kendilerini yazar olarak tanıtmasına alıştım. Neticede
ortada yazılmış bir şey var. Yazdığına göre yazardır, deyip bu kuru, cılız ve
cüce mantıkla kendimi avutabiliyorum. Onlara alıştım da, bu güne dek hiçbir şey
yazmamış, üretmemiş, kalem oynatmamış, edebiyat namına yalnızca bir iki metin
üzerine eleştiri yazmaya çalışmış, hadi olmadı yazılan öyküleri derleyip kitap
haline getirmiş kişilerin orada burada kendini yazar olarak tanıtmasına, bu
türlerin öyle karşılanıp adlandırılmasına, hiç hak etmemiş olmalarına rağmen
televizyonlarda gazetelerde söyleşilerde imzalanan bildirilerde böyle boy
göstermesine ve gösterilmesine bir türlü alışamadım. Kolayca olduğu o şey
üzerine bir şey yapmış olup olmamasının bir kıymeti yok, “ben öyleyim,” deyip
olunabiliyor. Nasıl olsa kimse kalkıp, “sen şimdi ne yaptın da öyle oldun, o
oldum dediğin alanla ilgili ne ürettin mesela?” diye sormuyor. Neticede yazar
olmak için sosyal medyada ün sahibi, beğenilme rekortmeni, yüksek çözünürlüklü
takipçi listesine sahip olman kafi. Şiirde iki güzide dize, sosyal medyada
beğenilmeye eşittir!
Bu
gözler hiçbir edebi metin üretmemiş kişilerin televizyonlarda yazarlar adına ve
yazar olarak konuştuğuna, gazetelerde yazar olarak demeçler verdiğine şahit
oldu, daha ne olsun. Etrafınıza iyi bakın, böyle pek çok insan göreceksiniz.
![]() |
Van Gogh - Köylü Papuçları |
Neticede
herkesin her şeyi kolaylıkla olabildiği bir ülkede yaşadığımıza göre bunu
normal mi karşılamam gerekiyor, bilemiyorum. Kendimi normal karşılayayım diye
epey zorladım ama olmadı, karşılayamadım. Sanırım hala yazarlığı kolayca
olunabilecek, “yazarım ben” demenin öyle zırt diye, çekinmeden
söylenilebilecek; neden bilmem, bunu söylerken hala bir parça utanma duygusuna
sahip olunması gerektiğini düşünen büyük kusurlara sahibim. Maksadım yazarlığa
ulvi bir amaç yüklemek değil (ki bence hala ulvi bir şey, işte bendeki kusur!)
tam tersine böylelerine kolayca yazar payesi verilmiş olmasına, o payeyi
alanların da bunu hemen kimlik olarak üstlenmesine yükleniyorum. Bu, Adorno’nun
kültür endüstrisi dediği durumun tam göbeğinde olduğumuza işaret eder. Ve
kültür endüstrisi niteliğin ölümüne delalettir. Etrafınıza iyi bakarsanız şayet
edebi varoluşun yok olduğunu, biraz daha iyi bakarsanız sanatın cenaze törenini
görebilirsiniz.
Bence
fazla söze gerek yok artık, söyledim ruhumu kurtardım! Amin!