12 Eylül 2016 Pazartesi

Herkesin her şey olabildiği ülke

Andy Warhol- Elmas Tozlu Ayakkabılar
Etrafınıza bakın ve ne gördüğünüzü kendinize söyleyin. Pek çok sesi duyabiliyorum; evet devlete, hükümete dair bir ton abidik gubidik saçmalıklar, gereksiz şeyler oluyor. Görüyoruz, duyuyoruz, şahit oluyoruz. Say say bitmez.

Amma velakin ben başka bir şeyden; değerlerin, anlamların, kavramların, tanımların; iyi ve güzel ne varsa hepsinin altının oyulduğu, her şeyin anlamsızlaşıp değer kaybettiği bir durumun yansımalarından söz edeceğim. Ki bu da aslında devletin-hükümetin yarattığı bir varoluştan azade değildir.

Evet, içinde yaşadığımız devletin epey uzun süredir yontma taş devrinden cilalı taş devrine henüz adımını atmış ilkel köleci iktidarlara özgü bir varoluş içinde olduğunu görüyoruz. Ben bir de bunlara ilaveten etrafa bakınca okurdan çok yazar görmeye başladım epey uzun zamandır. Bir tür kendini bilmezliğin, hadsizliğin, adam sendeciliğin yaygın olduğu tuhaf bir “cüret” döneminde yaşıyoruz.

Roman deryası içinde bir hayli efor sarf edip, edebiyatın derinlikleriyle hemhal olduktan sonra kaleme sarılmış olmayı geçtim, (en azından) edebiyatın köşe taşlarını okumamış (ne bileyim, mesela Oğuz Atay’ın ismini bilir ama hiçbir romanını okumamış, Yaşar Kemal’i sever ama romanlarının kapağını açmamış, Halit Ziya’nın, Ahmet Hamdi’nin kenarından bile geçmemiş vesaire…), sanatın diğer alanları hakkında fikirsiz bir bilgiye bile sahip olamamış ama romanı, öykü kitabı, hiç olmadı bir şiir kitabı olup kendini “yazar” diye tanıtan insanlar gördü bu gözler. Görmeye de devam ediyor. Şiir en kolay yazılan bir şey ya, onu o yüzden en sona koydum! Neticede şiir yazabilmek için bir şey okumana gerek yok; biraz hayal gücün olsun, biraz duygusal şu bu ol, (ne biliyim sevgilinden ayrılmış ol, o seni terk etmiş olsun, hiç olmadı öldürülmüş masum insanlara acı mesela), bir iki tane de imge olduğunu düşündüğün “bi’şey” bulup onu da retorikle bezedin mi tamamdır! Hepimiz zaten retorik uzmanıyız, şiir de zaten budur! Ki bu türün içinde retorik uzmanı olamayanlar bile var. Olsun, alt alta iki güzide dize yazınca şiir oluyor yine de!

Yine de sorun bu değil. (Bunu bile sorun olarak görmüyoruz/görmüyorum artık, gerisini siz düşünün!) Hasbelkader bir şiir kitabı, öykü kitabı ya da roman yazıp bastırmış birilerinin kendilerini yazar olarak tanıtmasına alıştım. Neticede ortada yazılmış bir şey var. Yazdığına göre yazardır, deyip bu kuru, cılız ve cüce mantıkla kendimi avutabiliyorum. Onlara alıştım da, bu güne dek hiçbir şey yazmamış, üretmemiş, kalem oynatmamış, edebiyat namına yalnızca bir iki metin üzerine eleştiri yazmaya çalışmış, hadi olmadı yazılan öyküleri derleyip kitap haline getirmiş kişilerin orada burada kendini yazar olarak tanıtmasına, bu türlerin öyle karşılanıp adlandırılmasına, hiç hak etmemiş olmalarına rağmen televizyonlarda gazetelerde söyleşilerde imzalanan bildirilerde böyle boy göstermesine ve gösterilmesine bir türlü alışamadım. Kolayca olduğu o şey üzerine bir şey yapmış olup olmamasının bir kıymeti yok, “ben öyleyim,” deyip olunabiliyor. Nasıl olsa kimse kalkıp, “sen şimdi ne yaptın da öyle oldun, o oldum dediğin alanla ilgili ne ürettin mesela?” diye sormuyor. Neticede yazar olmak için sosyal medyada ün sahibi, beğenilme rekortmeni, yüksek çözünürlüklü takipçi listesine sahip olman kafi. Şiirde iki güzide dize, sosyal medyada beğenilmeye eşittir!

Bu gözler hiçbir edebi metin üretmemiş kişilerin televizyonlarda yazarlar adına ve yazar olarak konuştuğuna, gazetelerde yazar olarak demeçler verdiğine şahit oldu, daha ne olsun. Etrafınıza iyi bakın, böyle pek çok insan göreceksiniz.

Van Gogh - Köylü Papuçları
Neticede herkesin her şeyi kolaylıkla olabildiği bir ülkede yaşadığımıza göre bunu normal mi karşılamam gerekiyor, bilemiyorum. Kendimi normal karşılayayım diye epey zorladım ama olmadı, karşılayamadım. Sanırım hala yazarlığı kolayca olunabilecek, “yazarım ben” demenin öyle zırt diye, çekinmeden söylenilebilecek; neden bilmem, bunu söylerken hala bir parça utanma duygusuna sahip olunması gerektiğini düşünen büyük kusurlara sahibim. Maksadım yazarlığa ulvi bir amaç yüklemek değil (ki bence hala ulvi bir şey, işte bendeki kusur!) tam tersine böylelerine kolayca yazar payesi verilmiş olmasına, o payeyi alanların da bunu hemen kimlik olarak üstlenmesine yükleniyorum. Bu, Adorno’nun kültür endüstrisi dediği durumun tam göbeğinde olduğumuza işaret eder. Ve kültür endüstrisi niteliğin ölümüne delalettir. Etrafınıza iyi bakarsanız şayet edebi varoluşun yok olduğunu, biraz daha iyi bakarsanız sanatın cenaze törenini görebilirsiniz.

Bence fazla söze gerek yok artık, söyledim ruhumu kurtardım! Amin!


9 Haziran 2015 Salı

Kafalardaki penguen belgeseli

Ağırlıklı olarak 90’larda duyduğumuz “bebek katilleri” argümanı Hdp’nin barajı alt üst edip meclise girmesiyle tekrar dillendirilmeye başlandı. Bir bütün olarak iktidar mensuplarının medyasıyla şuyuyla buyuyla bunu her dönem dillendirmiş olduğu ve her daim dillendirecekleri zaten aşikar. İktidar kafasının ideolojik korucuları Yılmaz Özdilgillerin, Perinçekgillerin vs. bunun şarjörü oldukları ve olacakları da aşikar. Bunlardan yana bir “sıkıntı” yok çok şükür.

Gelgelelim, hasbelkader kendini solun içinde tanımlayan, bir vesileyle Gezi isyanına katılmış ve oraya katılmaktan memnun, hatta bu seçimlerde belirleyici olarak Recep Tayyip düşmanlığından dolayı Hdp’ye oy vermiş bazı kişilerin bazen “sıkılarak”, bazen “utangaçça” ve bazen de açık açık “bebek katilleri meclise girdi” söyleminden hala etkilendiğini ve bazılarının bunu hala dillendirdiğini görebiliyoruz.

Bir paradoks ama bu aslında hep söylenegelen, “her şeyi ne çabuk unutuyoruz” sözünü yeniden “hatırlamamız” anlamına geliyor. “Unuttuğumuzu hatırlayalım” sözü bu toprakların sık yaşadığı bir trajedidir ve artık komedi olmaya başlamıştır. Neyi unuttuk ve neyi hatırlamamız gerekiyor peki? Soru bu.

Geziyi hatırlasak kafi. Orada pek çok güzel şey açığa çıktı. Onlardan biri de devletin medyasına olan aşırı güvensizlik, kızgınlık ve öfkeydi. Nedeni malumdu. Çok sık unutuyoruz ya bir daha hatırlayalım: Üzerimize gaz bombaları yağarken, muktedirler ülkenin dört bir yanını terörist uygulamalarla zindana çevirirken, pek çok insanımız polisin gaz fişeği ya da mermisiyle katledilirken onların medyasında penguen belgeselleri yayınlandı. İşte o zaman herkesin anladığı şuydu: Biz yıllardır Kürde uygulanan vahşeti ve oradaki savaşı hep bu penguen medyasından takip etmişiz. “Bize” bunu reva gören “onlara” kim bilir ne yapmıştır!

Hatırlanılan bu şey doğruydu. O zaman idrak edilen bu şeyin şimdi unutulmuş olması ise yanlış. Evet orada 30 yıldır bir savaş vardı ve devlet ya bizatihi kendisi ya da örgütlediği derin yapılanmasıyla orada, Gezi’de bize yaptığının 30 misli şiddet uyguladı. Köyleri yakıp boşalttı, insanlara dışkı yedirdi. Neredeyse evinde bir ferdini kaybetmemiş aile kalmadı. Ve evet, kundaktaki bebekleri bile katletti. Biz işte bunların hepsini o penguen medyasından izle(yeme)dik.

Geziyi yaşayan ortalama bir akıl, beyninin kıvrımlarını çok ufak harekete geçirerek bu gerçeği bir kez daha idrak edebilir. Ayhan Çarkın denilen katil bile, “oradaki çocukları biz öldürdük” diye itiraf etmişken, hala “çocuk katilleri mecliste” argümanı artık bir komedidir. Bu andan itibaren sorun başkadır. Sorun, oradaki savaşı yıllardır kendi istedikleri gibi düşünmemizi isteyen penguen medyasının o penguenleri zihinlere kazımış olmasıdır. O belgesel kafalarda hala tüm canlılığıyla oynamaktadır.

O belgeseli kafamızdan silebildiğimizde ve ortalama bir akılla düşünmeye başladığımızda, bebekleri bile kundakta katledilen bir halkın 30 yıldır ölmemek için, varolabilmek için, onurulu kalabilmek için haklı bir mücadele yürüttüğünü anlayabilecektir. Hpd bugün meclisteyse o katledilen bebeklerin şahsında, yapılan bütün zulümlerin hesabını sormak içindir. En azından niyeti budur.

Ha, eğer mecliste ille çocuk katilleri aranacaksa aklınıza 12 yaşında 13 kurşunla katledilen Uğur Kaymaz’ı getirin. Berkin Elvan’ı getirin. Roboski’de katledilen 34 kişiden 22’sinin çocuk olduğunu getirin. 2015 yılının başlarında Cizre’de katledilen 6 kişiden 4’ünün çocuk olduğunu getirin, Ali İsmail Korkmazları getirin ve bu listeyi kendiniz uzatın. Sonra eğer yapabiliyorsanız ve kafanızdan penguen belgeselini yıkabiliyorsanız, aklınıza bu emirleri kimin verdiğini, kimlerin desteklediğini getirin. Meclisteki gerçek çocuk katillerini işte o zaman göreceksiniz.