18 Eylül 2014 Perşembe

İki yazar üç kitap: Edebiyat Dersleri, Rus Edebiyatı Dersleri ve Edebiyat Ne İşe Yarar?

Vladimir Nabokov 1940’lı yıllarda ABD’de iki üniversite ve bir kolejde (Stanford ve Cornell üniversiteleri, Wesley koleji) edebiyat üzerine bir takım dersler verir. Derslerin odak noktasını Rus edebiyatı ve Avrupa edebiyatı oluşturmaktadır.

Verdiği bu dersler için “başka şeylerin yanı sıra, edebi yapıların gizemi üstüne bir tür polisiye soruşturmadır” demektedir Nabokov. Bunu bir tür eleştirelci-ekolcü yaklaşıma, edebiyatı toplumsal ve politik mesajların aracısı olarak görenlere karşı söylenmiş bir söz olarak algılamak gerekir. Çünkü Nabokov’un dersleri tam da bunlara karşı oluşturulmuş içeriklerden oluşuyor. Hatta öyle ki Nabokov bu türden yaklaşımları “genel geçer fikirler” olarak telakki ediyor ve “Her dangalak Tolstoy’un zinaya karşı tavrıyla ilgili ana noktaları özümseyebilir ama Tolstoy’un sanatının tadına varabilmek için iyi okur, örneğin Moskova ile Petersburg arasındaki gece treninin vagon düzenini, yüz yıl önce olduğu haliyle göz önünde canlandırmayı arzulamalıdır” diyerek dilini ağırlaştırmakta bir beis görmüyor.


Bu yüzden Nabokov bu derslerin ana meselesini “Nasıl iyi okur olunur” sorusu üzerine şekillendiriyor ve ele aldığı romanları içerik, biçim, üslup, anlatım yöntemi, karakter tahlilleri gibi salt metin odaklı okumalarla ele alıyor. Nabokov’a göre bir edebi metnin hazzını alabilmenin, edebiyatın zevkine varabilmenin yolu buradan geçmektedir. Argümanı şudur Nabokov’un: “Kişi hazır genellemelerle yola koyulursa yanlış taraftan başlar ve daha bitabı anlamaya başlamadan kitaptan uzaklaşır. Sözgelimi, Madame Bovary’yi, kitabın burjuvazinin kınanması olduğu yerleşik fikri ile okumaya başlamak kadar yazara haksızlık eden ya da sıkıcı olan bir şey yoktur.”

Rita Felski’nin “Edebiyat Ne İşe Yarar?” kitabı da sanki Nabokov’u haklı çıkarırcasına yazılmış bir metindir. Felski, okurdan (yani aynı anlama gelmek üzere, eleştirel merkezli yaklaşımlardan) azade olarak metnin kendi kutsallığına çubuk büken bir noktada duruyor ve eleştirel okumanın, bütün değeri okuma edimine yükleyip okunan nesnelerin (yani edebiyatın) atıl, pasif ve itaatkar nesnelere dönüştürülmesini tartışıyor.


Kuşkusuz Rita Felski eleştirel okumaların (“kuşku yorumbilgisi” diyor Felski buna) gereksizliğini imlemiyor. Böylesi bir tutum, kendi tabiriyle “sanatı apolitik ya da amaçsız gösterip statükoyla ittifak yapmaktır” hatta. Onun tartıştığı bunun bugün bir seçenek olmaktan ziyade zorunluluk haline gelmesi. Bir edebi metni ele alırken (okurken), zorunlu olarak “kuşku yorumbilgisiyle” hareket etmenin paranoyakça bir durum olduğu ve bir dış etmenle okunduğu için de metnin kendine özgü uyarılara okuru kapattığını imliyor Felski.

Edebi metnin toplumsal yaşamla bağını kurmak isteyenler Nabokov’la da Felski’yle de pek çok noktada tartışabilir. Ama bu iki eleştirmenin edebiyatın kendine özgü sınırlarına çubuk bükerken metinlere yaptıkları derin analizlere ve bir metnin nasıl okunması, nesine dikkat edilmesine ilişkin gösterdikleri ipuçlarına sempatiyle yaklaşacağı kesin.

Bu yazıyı Nabokov’un edebiyat sanatının ne olduğuna istinaden çarpıcı bir analojisi ile bitirmek gerek: “Edebiyat, bir oğlanın kurt diye bağırdığı ve Neandertal vadiden ardından büyük bir gri kurtla koşarak geldiği gün doğmadı: Edebiyat, bir oğlanın kurt diye bağırdığı ve ardından hiçbir kurdun gelmediği gün doğdu. Burada önemli olan şu: Uzun çimler arasındaki kurtla, abartılı hikayedeki kurt arasında ışıldayan bir çöpçatan vardır. Ve o çöpçatan, o prizma, edebiyat sanatıdır.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder