24 Ağustos 2014 Pazar

Memleketpervercilik meselesi II: Kör Bıçakla Et Kesilmez!

“[biri]‘ülkem düşmanlarca işgal edilirse, onu bir sosyalist olarak savunmak benim hakkım ve görevimdir’ derse, bir sosyalist gibi değil, bir enternasyonalist gibi değil, bir devrimci proleter gibi değil, bir küçük burjuva ulusalcısı gibi davranıyor demektir. Çünkü bu sav, … dünya burjuvazisi ve dünya proletaryası görüşü açısından savaşı bir bütün olarak değerlendirmeyi, yani enternasyonalizmi göz önünde bulundurmuyorsa, tüm bunlardan geriye kalan, acınacak ve dar kafalı bir ulusalcılıktır. Ülkeme haksızlık ediliyor, ben bununla ilgilenirim; işte savın vardığı nokta burasıdır, işte küçük-burjuva, ulusalcı dar kafalılığın vardığı yer burasıdır.” (Lenin: Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky.)
Lenin’in bu satırları yazmasına vesile olan kişi, 2. Enternasyonal’in en bilinen teorisyenlerindendi. Sonradan paylaşım savaşı sırasında Marksizm adına “vatan” savunuculuğu yaptığı için Lenin tarafından “sosyal-şovenist” olarak nitelendirilip isminin başına “dönek” sıfatı eklenince Marksist ve Leninistlerce gözden düşen bir teorisyen olarak kaldı. İsmi Karl Kautsky idi.
Peki, Lenin Kautsky’i neden “dönek” ve “sosyal-şovenist” olarak nitelemişti?
Lenin’e göre Kautsky, emperyalizmi kapitalizmin tekelcileşme aşamasından soyutlayıp onu bir ilhak durumuna indirgiyor; emperyalizmi “vatanın işgal edilmesi” ve salt “yabancı düşmanlığına” sıkıştırarak, devrimci mücadeleyi vatan topraklarının bu yabancı güçlerden arındırılması ekseninde örüyordu. Bu teorik bakışın kaçınılmaz iki sonucu vardı Lenin’e göre. İlki, Kautsky, emperyalizmin kapitalist, sınıfsal niteliğini göremeyerek vatan savunuculuğu yapmaya başlamış ve öz olarak “bağımsız vatan” olgusuna sırtını yaslayarak proletaryayı ulusal sınırlara bölmüştü. Bu, Marksizmin “revize” edilmesi anlamına gelmekteydi. İkincisi de bunun kaçınılmaz politik ifadesi, “Politik olarak enternasyonalizm yerine küçük burjuva ulusalcılığını” savunmaya itiyordu Kautsky’i. Bu nedenle de Lenin tarafından “sosyal-şovenist” ve “dönek” nitelendirilmesinden kurtulamadı.
Bana Kautsky’i hatırlatan şey, can dostum Eren’in yazdığı vatan ve enternasyonalizm yazısı oldu. Bütünüyle kafa kırışıklığı ve çelişkiyle dolu midium bir tarih teziyle başlayıp, buram buram kemalizm (pardon sol-kemalizm) kokan analizlerle devam ettiği, hızını alamayıp, ne söylediği belli olmayan, gölge boksu yapan bir enternasyonalizm tarifiyle doruk noktasına ulaştırdığı ve nihayet tribünlerde oturan vatan hemhallerine ajitatif bir oley çektirip katarsis etkisini ziyadesiyle yaratan yazısını okuduğumda, doğrusu hiç şaşırmadım.
Eren’in uzun ve bilinç bulanıklıklarıyla dolu ama ajitatif yönü teorik yönünden bir hayli fazla olan yazısını sadeleştirince önemsenmesi gereken üç teorik mesele öne çıkıyor.
1. Kemalizm öyle pek de sanıldığı gibi kötü bir şey değildi, sonradan ne olduysa iktidarların elinde içeriği boşaltıldı. İçeriği boşaltıldığı için Türkiye’deki solcular da iktidarların yalanına inanıp kandırıldılar ve kandırılan Türkiye’li solcular sırtlarını Kürt “milliyetçiliğine” dayayıp kendi Marksizm anlayışlarını buna göre revize ettiler.
2. Tıpkı kemalizm gibi vatan ve milliyetçilik kavramları da yine iktidar odakları tarafından içeriği boşaltılarak başkalaştı.
3. Enternasyonalizm konusunda Eren’in ne söylemek istediği anlaşılamadı. Bu hususta anladığım iki şey var. İlki, benim yazımda ifade ettiğim Enternasyonal vurgusunun metafizik olduğu. İkincisi, Eren’in bu konuda kafasının bir hayli bulanık ve bilgi yoksunu olduğu.

Teorinin darlığından, darlığın teorisine…
Eren, kanıta ihtiyaç duymayacak bir biçimde, benim yazımda söylediğim, “Türkiye solu kemalizmden kurtulamamıştır” sözünü onaylayan ve hatta (sol) kemalizmi sahiplenmenin günah olmadığını belirten bir savla karşımıza çıkıyor. “Her sınıf ve tabaka kendi Kemalizm yorumunu getirerek bu kavramı mücadelesinde işlevselleştirmeye çalışmıştır” diyerek teorinin darlığında yolunu kaybediyor. Dahası, moda tabirle söylersek, “Marksist” bir bakışla Kemalizm açılımı yapıyor.
Eren’e göre, Kemalizm ilk başlarda (1923-46’ya kadar yani) ilericiymiş. Daha sonra ne olmuşsa artık yıkılasıca burjuva (pardon, işbirlikçi oligarşi) öyle yalanlar atmış ve kemalizmi öyle kötü kullanmış ki güzelim ilerici kemalizm birden gerici oluvermiş. Böylece devletin kemalizmden taviz vermediği yalanına inanan iki grup çıkmış ortaya. Bunlardan birincisi olan Türk solundaki kimi yapılar ve küçük-burjuva entelektüellermiş ama bunlar da sonradan sol kemalizmin etkisiyle burjuvazinin (pardon oligarşinin) çizgisine çekilmişler. Bunlarla kim kast ediliyor belli değil. Ne kast edildiği hiç belli değil. Ama eğer söylenildiği gibi, “1955-70 arasında benimsenen sol Kemalizm ilkinden dağlar kadar farklıysa” (yani ilericiyse, yani sosyalizm anlayışıyla bezenmiş bir kemalizmse), bu küçük burjuva entelektüeller ve Türk solundaki yapılar ne oldu da birden burjuvazinin (pardon oligarşinin) çizgisine çekildi? Sol-kemalizm, bu kesimleri devrimcileştirecek kadar ilerici değil miydi yoksa? Bunların saf değiştirmesinin nedeni proleter devrimi ve komünizmin yanında değil de, kemalizmin sağında ya da solunda yer almış olmaları olmasın?
Bugün hala misak-ı milli zemininde duruluyorsa bunun tek nedeni, Eren’in böbürlenerek söylediği, kemalizmin “mücadele içinde işlevsel” hale getirilmesidir zaten. Kemalizmi Marksizm gözlüğüyle okuyup onu mahkûm etmek ve ondan kopmak yerine, Marksizmi Kemalizm gözlüğüyle okumak ve bundan da saçma bir sol-kemalizm düsturu edinmek ve dahi bunla övünmek Marksizmi (Eren’in söylediği tabirle söylüyorum) “revize” etmek değil de nedir? Kendi gözündeki merteği görmez, elin gözünde çöp aranır.
Daha vahimi ise ikinci grupta olanlara olmuş Eren’e göre. Ne olmuş bunlara? “Kürt ulusal hareketine karşı düzen gericiliğinin yanında saf tutmamak için hamle yapıp”, kendilerince bir sosyalizm tarifi yapmışlar ve “devlet madem kendisine kemalistim diyor, hepimiz anti-kemalist olalım” demişler.
İyi de yapmışlar! En kötü ihtimalle, düzen gericiliğinin ve kemalizmin yanında saf tutmaktan iyidir bu. Ama bu kişiler, bunu düzen gericiliğinin yanında saf tutmamak adına değil, Marksizm ve Leninizm bunu gerektirdiği için yapmışlardır. Kemalizme de Marksizm gözlüğüyle baktıkları için onu bonapartist ve faşist diye nitelemişlerdir. Eğer Kemal’in burjuva sınıfsal niteliği görülemiyorsa burada en temel sorun artık Kemal’den ziyade, ona bakanların niteliği; teorik darlığıdır. Sosyalistler olay ve olgulara, kişi ve akımlara reel politik pencereden değil, komünizmin yüce ideolojisinden bakarlar. Eren kemalizme sosyalizm penceresinden değil de tam tersine sosyalizme de, ulusal soruna da kemalizmi “işlevsel hale getirdiği” pencereden baktığı için ne yazık ki gözündeki merteği göremiyor. Çürük bir teorik algının, kendi kendini çürütmesinden daha vahim ne olabilir ki?
Ama Eren dostumun hakkını yememek lazım. Yine de entelektüellerin kemalizm eleştirilerinde dişe dokunur yerlerin olduğunu keşfediyor. Lakin onu keşfederken neleri kaybettiğini keşfedemiyor. Şu sözlerine azami dikkat: “Elbette bu entelektüellerin Kemalizm eleştirilerinde pek çok doğru yön var. Kemalist iktidar kurulduğu günden itibaren emperyalizme karşı kararlı bir çizgi izlememiş ve bir sömürücü sınıf yaratmaya uğraşmıştır.”
“Yaratmaya uğraşmıştır” lafının altını ben çizdim ki satır arasına sinmiş ideolojik sığlık berraklaşsın. Bu satırlara bakılırsa sorun, ne Kemal’in sınıfsal karakterinde ne de kemalizmin kendisinde değil, kendini bilmez Kemalist iktidarlarda ve bu iktidar olmuşların sömürücü sınıf yaratmak için kemalizmi mahvetmiş olmalarında görünüyor. Yoksa Eren’e göre kemalizmde bir sorun yok. O sömürücü bir sınıf dinamiği üzerine yükselmiyor. Şimdi bu yazılanlara bakıp da, “bizim sol hareket kemalizmden baya bir kopmuş” diyenlerin seslerini duyar gibiyim.
Kemalizmin (sol yorumunun) nasıl ve neden sahiplenilmesi gerektiğini inci tanesi dizer gibi sıraladıktan sonra, bir de yine kendini bilmezlerin “kirlettiği” başka bir kavrama; milliyetçilik kavramına el atılıp şöyle deniyor: “Oligarşi Türk milliyetçiliğinin, milletin çıkarlarının tek savunucusu olduğunu öne sürüyor; öte yandan milli olan ne varsa emperyalizme pazarlıyor, toprakları Irak halkını katledenlere üs olarak kullandırıyor; Kürt halkının meşru mücadelesini bastırmak için ABD’nin silahlarını ve istihbaratını, onun kontrgerilla yöntemlerini kullanıyordu. Bu nasıl bir laiklik, nasıl bir milliyetçilikti?”
Sırtını “devrimci milliyetçilik” teorisine dayamış olanların, “bu nasıl bir milliyetçilik” diyerek şaşkınlık yaşaması son derece doğal. Çünkü bu bakışın arkasında, ‘bunların milliyetçiliği de sahtedir, asıl milliyetçilik böyle değildir’ bilinci yatmaktadır. Ama bundan öte daha vahim olan iki yanlış vardır. İlki, yukarıda yakınılan durumların milliyetçilikle hiçbir ilgisinin olmadığı, ikincisi, bunların kapitalizmle ilgili olduğunun görülememesidir. Kapitalist olan her ülke gibi, TC de emperyalizmle bu tür ilişkiler içine girer. Irak’ı bombalayanlara da yardım eder, Kürt halkını katletmek için ABD’den ya da AB’den yardım da alır. Bunu manipüle etmek ve kitleleri buna inandırmak için de milliyetçiliği propaganda malzemesi haline getirir. Tıpkı Kürt halkını katlederken, “vatanı böldürmeyiz” diyerek milliyetçiliği pompaladıkları ve bu katliamları meşru hale getirdikleri gibi. Bunda da temel gaye zaten mevcut devlet sınırlarının bekasını garanti altına almaktır. Dolayısıyla burada “vatan savunuculu” yaparak, “bizim vatanımız, milliyetçiliğimiz farklıdır” demek zevahiri kurtarmaya yetmiyor. Onların milliyetçilik arabası kapkara bizimki kıpkızıl deyince, arabanın niteliği değişmiyor. Çünkü Eren dostumun bir türlü görmek istemediği, milliyetçiliğin kapitalizme özgü bir durum olduğu ve kapitalizmin de bu şeyleri yapmış ve yapıyor olmasının normal olduğudur. Az çok sosyoloji okumuş birisi, (Marksizm okumasına da gerek yok) ulus-milliyetçilik kavramının kapitalizmin doğumuyla eş güdümlü olduğunu bilir. Bunu Eren de bilir. Lakin bilmesi, görmesine yol açmıyor. Çünkü Eren kafasını “vatan savunuculuğuna” takmış durumda. Üstelik hala söylüyorum; yarısı Kürtlerin olan vatana… O yüzdendir ki milliyetçiliğin de, kemalizmin de özünde ilerici bir özellik taşıdığı ve bu iki olguyu “eline geçirenlerin” bu kavramları kirlettiği, içeriğini boşalttığı düşünülüyor. Yanılmıyorum sanırım, işte alıntı: Her kavramın içi öyle büyük bir hızla boşalıyor ve yeni anlamlar ediniyordu ki, yalan tuzaklarına düşmemek için tetikte olmak gerekiyordu.”
Eren de tetikte bir Marksist olarak bizleri yalan tuzağına düşmememiz için uyarıyor. Lakin tetiği tutan eli kendisine çevirdiğini fark etmiyor. Sanırım sorun burada. Daha önceki, “kavramları burjuvaziye terk etmek” yazısında da aynı şeyleri tartışıyordu. Nereden okumuş ve aklına oturtmuşsa, vatan-millet gibi kavramların (ve şimdi kemalizmin), sol harekete, devrimcilere ait kavramlar olduğuna ve bu kavramları burjuvazinin ele geçirmesiyle içeriğinin boşaltıldığına kendini ikna etmiş. Eren dostum kral çıplak! Öyle bir şey yok. Ne vatan, ne millet ve milliyetçilik, ne de Kemalizm hiçbir zaman sosyalistlere ait kavramlar olmadı. Olmamalı da! Sosyalistler kendilerini bunlar üzerinden var etmedi ve tanımlamadı. Tanımlamamalı da! Tam tersine, sosyalistler kendilerini ve savaşım perspektiflerini bunları eleştirip yargılayarak oluşturdu. Aksini düşünüp yanlışta ısrar edenlere ise Lenin “dönek” dedi, “sosyal-şovenist” dedi. Bunu sağır sultan bile duydu.

Şu baş belası Enternasyonalizm ve ulusal mücadele…
İşte Eren’in kafasının en karışık olduğu, bilgi yoksunluklarıyla malul, garip enternasyonalizm vurgularına geliyoruz. Şuradan başlayalım garipliklere:
“İlginçtir, çok uluslu bir ülkede “bu vatan bizim” demek şovenizm, hatta “komik” oluyor; ama onlarca ezilen ulusun ve sömürgenin, onlarca mücadele eden Marksist-Leninist örgütün bulunduğu dünyada, Türkoğlu Türk komünistler olarak dünya partisi kurmaya girişmek enternasyonalizm oluyor.”
Eren’in burada ne söylemek istediğini anlayan beri gelsin. Komünist bir dünya partisi inşa etme uğraşısı, Türk ya da bilmem hangi ulustan olursa olsun, o ülkenin komünistlerinin asli görevidir zaten. Bu görev yalnızca Türk komünistlerine düşmediği gibi, Türkiye’deki komünistler de bu uğraştan vazgeçemezler. Bugüne kadar kurulan enternasyonallerin hiçbirinde bu tip saçma şeylerin tartışıldığına yalnız Eren değil kimse şahit olmamıştır. Onlarca ezilen ulusun, sömürgenin olduğu bir dünyada kimse enternasyonal için mücadele etmemeli mi yoksa? Lenin, “Yeni bir Enternasyonal her şeyden önce bizim devrimimizin sürekliliği için gerekli. Bu yüzden derhal yeni bir enternasyonal şart” deyip kolları Komünist Enternasyonal için sıvarken senin bu söylediklerini düşünmeyerek kötü mü yapmıştı dostum Eren? Ya da Marks ve Engels, ‘Biz Alman komünistiyiz, bir sürü ezilen ulus var, sömürge var, onlarca mücadele eden örgütler var. Şimdi enternasyonali kurmak bize düşmez’ dediler de bizim mi haberimiz yok? Bugüne kadar, Marks’tan Engels’e, Lenin’e kadar enternasyonal dünya partisi kurmak için mücadele edenler boşuna mı mücadele ettiler yoksa?
Tabii kendini ezen ulusun sosyalisti namzetiyle “ulusal bağımsızlık” mücadelesi vermeye endekslemiş, sosyalizm düşüncesini de “vatanı kurtarmaya” indirgemiş bir bilincin bunları söylemesinden daha doğal bir şey olamaz. Ulusal bağımsızlık mücadelesine endekslendiği için de, ezilen ulus olan Kürt halkının ulusal kurtuluş mücadelesiyle kendisini aynı teraziye koyup tartmaya çalışması da doğal. Burada doğal olmayan tek durum, Eren’in ezen ulus sosyalistleri adına mücadele eksenini buna göre örmeyi savunması ve Kürt ulusal kurtuluş mücadelesini pratik olarak değil, siyasal olarak anlamsız bulmasıdır. Kafalar o denli karışık ki şu cümledeki vehamet durum bile sezilemiyor: “İşbirlikçi oligarşi Kürt ulusal hareketinin tek bir ulusa ve tek bir coğrafyaya sıkıştırdığı mücadelesini boğmak için şovenizme başvurdu.” Şaşkınlığın dik alası! Eren, Kürt ulusal hareketinin ve aynı anlama gelmek üzere ulusal kurtuluş mücadelelerinin enternasyonal bir mücadele olduğu sanıyor olmalı ki böyle bir cümle kuruyor. Oysa izaha gerek bile yok. Adı üstünde ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten bir örgüt başka ne yapacaktı ki? Ama buradaki meram başka. O meram, güdük enternasyonal anlayışın bir uzantısı. Bu saptamayı yapmakla şunu demeye çalışıyor aslında; “sizin kurtuluşunuzu da ancak biz yaparız!” Hatta direk bunu diyor: “Son tahlilde aynı devlet altında ezilen ve zulme uğrayan halkların ortak mücadelesini yaratmak Marksist-Leninist’in işidir.”
“Aynı devlet altında” vurgusunu da ben çizdim ki sosyal-şoven anlayış netleşsin. Çünkü burada Kürt halkına, “gelin birleşelim ve aynı devlet altında birlikte mücadele edelim” çağrısı yatmaktadır. Doğrusu 2. Enternasyonal oportünizminden hortlayan “birlik ve enternasyonal” anlayışının teorik temeli tam da buydu. O günden beri, kendini ulus olarak ortaya koymuş olanların, ezen ulus etiketiyle, ezilen ulusları politik ve örgütsel birliğe çağırmak ve buna zorlamak sosyal-şovenizmin en tipik göstergesi olmuştur. Bu, eşit olmayanlara eşit gibi davranmak anlamında en büyük eşitsizlik olduğu gibi, Kürdistan özelinde, dört parçaya ayrılmış bir ulus gerçekliği göz önüne alındığında durum daha vahim hale gelmektedir. Zira Türkiye’li devrimcilerin, Kürt halkını çağırdıkları birlik hangi zeminde olacaktır sorusunu bulanık hale getirmektedir. Türkiye devrimcileri sürekli, “tek başınıza hareket ederseniz sonunda ‘dar alanda sıkışıp kalırsınız’ en iyisi gelin birlikte örgütlenelim” temalı çağrılarda bulunur Kürt halkına ve devrimcilerine. Genelde çağırdıkları zemin de kendi ulusal zeminleri, yani Türkiye etiketidir. Şunu sormalıyız? Örneğin bu çağrıya Kürt halkının hangi kesimi “davet” edilmektedir? Şüphesiz ki bunların aklında Suriye, Irak ya da İran’daki Kürtler yoktur. Eğer bunlar da varsa, peki o zaman bu “aynı devlet altında” vurgusu, hangi ve nasıl bir devlettir? Ama kuşku yok ki bu “davet”, büyük bölümü Türkiye topraklarında kalan Kürt halkını kapsamaktadır. İşte buradaki ismiyle misakı millicilik, ideolojik ismiyle sosyal-şovenizm tam da budur.
Burada hayıflanılması gereken durum, “Kürt ulusal hareketinin tek bir ulusa ve tek bir coğrafyaya sıkıştırdığı mücadelesi” değil, enternasyonal olması gereken sosyalizm mücadelesinin tek bir ulusa ve coğrafyaya sıkıştırılarak sosyal-şovenist bir zeminde durulduğu olmalıdır. Kaldı ki Eren de bombayı patlatıyor ve bize Kautsky’ci tezlerini sıralamaya devam ediyor:
“Her şeyi bir kenara bırakalım, İkinci Paylaşım Savaşı’yla birlikte vatan kavramının öne çıkmadığı tek bir devrim yokken ve Türkiye’de en geniş kitleselliğe ulaşmış iki sol örgütten biri yurtsever sıfatını, diğeri ise vatan kavramını siyasi mücadelelerinin önemli bileşenlerinden biri haline getirmişken, bir oturup düşünmek gerekir.”
Doğrusu özrü kabahatinden büyük bu söylemde düşünülecek tek bir nokta var. O da bu bakışın, birinci emperyalist paylaşım savaşında Kautsky tarafından dile getirilmiş olması ve yukarıda da vurgulandığı gibi Lenin’in bu bakışı “sosyal-şovenist” olarak nitelendirdiğidir. Hele de Kürt ulusal mücadelesinin olduğu bu coğrafyada biri kendisini “yurtsever” diye nitelendirdiği, diğeri de “vatan” kavramını mücadelesinin ana damarı haline getirdiği için, evet bu sosyal-şoven Kaustskyci durum iyi düşünülmelidir. En büyük yanılgı budur zira. Çünkü enternasyonalizm ile ulusal sorun arasında bir ilişki yoktur. Yani, “ulusal olmak enternasyonalizm gereğidir” sözü, yine kelimenin tam anlamıyla 2. Enternasyonal oportünizmiyle lügata girmiş sosyal-şovenizmin ta kendisidir. Ki Lenin’in en çok tartıştığı mevzudur bu. Nereden bakılırsa bakılsın karşımıza sosyal-şovenizmin çıkıyor olması, biz istediğimiz için değil, söylemin kendisinin geldiği durum olduğu içindir. Bir kere enternasyonalizm proletaryaya ait bir olgudur ve her durumda burjuvaziye karşı sınıf savaşı temellidir. “Proletarya kendisi için bir sınıftır” tespiti zaten onun ulusal temelden soyutlanıp enternasyonal bir varoluş olduğunu belirtir, başka bir şeyi değil. Proletaryanın kendisi için bir sınıf olmasında en belirleyici faktör, ulusal kimlikten soyutlanarak, bağımsız bir sınıf olduğunun bilincine varması ve bunun mücadelesini örgütlemesidir. Burjuvazinin politik örgütlenmesinin en temel ve gelişkin hali bir devlet olarak örgütlenmesiyse ve bu da ulusal bir devlet olarak tarih sahnesinde yerini aldıysa, bunun ideolojik ve politik anlamı, proletaryanın en başta ulusallık bilinciyle zehirlendiği anlamına gelmekte ve bu da işçi sınıfının burjuvazinin hegemonyasına girmesi anlamı taşımaktadır. Ve “vatan-millet” söylemi, nereden bakılırsa bakılsın yalnız ve yalnız burjuva ideolojisinin hegemonik durumuna hizmet etmektedir.
Ulusal sorun ise sınıf temelli olmayıp, kelimenin tam anlamıyla mevcut devlet sınırlarını yıkmaya, yani “bölmeye” giden bir varoluştur. Mevcut burjuva devlet sınırlarının yıkılması, yok edilmesi anlamı taşımaktadır. 2. Enternasyonal oportünizmini en net şekilde ortaya koyan olgu, ulusların kendi kaderini tayinini lafta kabul ederken, pratikte devlet sınırlarını savunması, devlet sınırlarına kıskaçça bağlılık ve mevcut devlet sınırlarının “bölünmesi” eylemine bir karşı oluştur. Enternasyonalizmin anti-ulusalcılık olmadığına yönelik teorik bakışın 2. Enternasyonalin kurucu örgütü SPD’den çıkması ve Lenin’in bunlarla en çok bu nedenle tartışmış olması tesadüf değildir. SPD’nin liderinin Kautsky olduğunu söyleyelim de durum iyice netleşsin.
İşte bu yüzden ulusların kendi kaderini tayin hakkının pratikte nasıl kullanılacağına ilişkin karar verecek olan ne ezen ulusun kendisidir, ne de ezen ulusun devrimcileri, komünistleridir. Bu hak ezilen ulusun hakkı olduğuna göre, bu hakkın nasıl kullanılacağına karar verecek olan da bu halklardır. Lenin, “ulusların kendi kaderini tayininden, onların başka ulusal topluluklardan devlet olarak ayrılması anlaşılır, bağımsız bir ulusal devletin kurulması anlaşılır” sözünü boşuna söylememiştir.
Bu yüzden ajitatif ve hiçbir teorik ifade taşımayan, “biz vatan deyince şunu bunu kast ederiz” gibi hamasi söylemlerle sorun çözülmüyor. Dolayısıyla Kürt halkına ve devrimcilerine “şunu bunu yapalım, birlikte örgütlenelim, sonra biz sizin ayrılma hakkınızı zaten tanırız” diyerek hamilik yapmak, ağabeylik taslayarak akıl vermek ne devrimci bir tutumdur, ne sosyalizmle bağdaşır. Onun bağdaştığı tek şey, sosyal-şovenizmdir, 2. Enternasyonal anlayışıdır. Görmek isteyenler için ise Komünist Enternasyonal bu konuda nasıl davranılması gerektiğini net bir şekilde söylemektedir.
“Bağımlı ve eşit haklara sahip olmayan uluslar arasındaki (örn İrlanda’da, Amerika’nın siyah halkları arasında) ve sömürgelerdeki devrimci hareketleri, söz konusu ülkenin Komünist Partisi aracılığıyla doğrudan doğruya desteklenmelidir. Bu sonuncu ve özellikle önemli koşul yerine getirilmezse, bağımlı ulusların ve sömürgelerin ezilmesine karşı mücadelede, onların bir devlet olarak ayrılma haklarının tanınması da, yalan dolu bir ilan tahtası gibi kalır; ikinci enternasyonal partilerinde olduğu gibi.”
Komünist olduğunu iddia edenlerin buradan çıkartacağı çok şey vardır. Ama ufku vatan-millet-milliyetçilik eksenine daralmış ve Kemalizm’de de ilerici tonlar bulmaya çalışan bir sosyalistin duyması gerekenler hala vardır:
“Küçük burjuva milliyetçiliği, sadece ulusların eşitliğinin tanınmasını enternasyonalizm olarak nitelendirir ve ulusal egoizme dokunmaz. Buna karşılık proletarya enternasyonalizmi; bir ülkedeki proleter mücadelenin çıkarlarının bu mücadelenin bütün dünya ölçüsündeki çıkarlarına tabi kılınmasını gerektirir.”
Elbette kafasında enternasyonal fikri olmayanların buradan alabileceği bir ders yok. Enternasyonalizmi dayanışmaya indirgeyenlerin hiç yok. Çünkü ortada bir enternasyonal anlayışı yok. Bu yüzden de Eren şunu rahatlıkla söyleyebilmektedir:
“Bülent’in enternasyonalizm tanımı bir karikatürdür. Bu tanım komünistlerin mücadelelerini inşa edebilecekleri soyut, homojen ve metafizik bir uluslararası düzlem olduğunu ileri sürer. Oysa somuta inildiğinde görülür ki, tek tek devletler altında ezilen ve sömürülen halklar kendilerine has, farklı ve eşitsiz koşullara sahiplerdir, kendi tarihleri ve ulusal, sınıfsal özellikleri vardır.”
Eren dünya devriminden ve enternasyonalden ne anlıyorsa artık, benim söylediğim dünya komünist partisi vurgusunu karikatür ve metafizik olarak nitelendiriyor. Ama bu cümlesinden anladığımız kadarıyla bu bakış dünya devriminden şunu anlıyor: Sanki dünya partisi pat diye komut verecek ve aynı anda, aynı zamanda her ülkede komünistlerin önderliğinde bir ayaklanma olacak. Ve sanki bugüne kadar kurulan enternasyonaller, her ülkenin koşulları, sınıfsal özellikleri, tarihleri aynıdır demiş gibi, Eren kendine bir kum torbası yaratmış haybeye vurup kendini yoruyor. Eren’in bana atfederek söylediği şey elbette karikatür ve metafizikidir. Böyle bir tarif, bırakın Komintern’i, oportünist 2. Enternasyonalde, hatta Kautsky de bile yoktur. Oysa Eren Komintern’in ikinci kongresinde ilan edilen “Komintern’e katılmanın 21 koşulu”nu okumuş olsaydı bile bu kadar kelime israfını boşuna yaptığını anlayacaktı. Şu fikir zaten Komintern’in bağrından çıkmıştır. “Her ülkedeki devrimin dili farklıdır. Rusya’da devrimin dili Rusça, Hindistanda Hintçe’dir…” E bu durumda Türkiye’dekinin Türkçe, Kürdistan’dakinin de Kürtçe olacağını bilmek gerekir.
Görünen o ki can dostum Eren eline kör bir bıçak almış et kesmeye çalışıyor. Ancak göremediği şu ki, elinde tuttuğu kör bıçak daha önce Kautsky’nin elinde tuttuğu bıçağın aynısıdır. Ve o kör bıçakla vatan-millet vurgusunun dışında sosyalizm adına yapılabilecek ne yazık ki hiçbir şey yoktur. Daha kötüsü, sol-kemalizm bataklığında kalındığı sürece, bataklığın içine daha çok batılacak ve o kör bıçak ancak elinde tutanları zedeleyecektir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder