“[biri]‘ülkem düşmanlarca işgal
edilirse, onu bir sosyalist olarak savunmak benim hakkım ve görevimdir’ derse,
bir sosyalist gibi değil, bir enternasyonalist gibi değil, bir devrimci
proleter gibi değil, bir küçük burjuva ulusalcısı gibi davranıyor demektir.
Çünkü bu sav, … dünya burjuvazisi ve dünya proletaryası görüşü açısından savaşı
bir bütün olarak değerlendirmeyi, yani enternasyonalizmi göz önünde
bulundurmuyorsa, tüm bunlardan geriye kalan, acınacak ve dar kafalı bir
ulusalcılıktır. Ülkeme haksızlık ediliyor, ben bununla ilgilenirim; işte savın
vardığı nokta burasıdır, işte küçük-burjuva, ulusalcı dar kafalılığın vardığı
yer burasıdır.” (Lenin: Proleter Devrimi ve Dönek Kautsky.)
Lenin’in bu satırları yazmasına vesile olan kişi, 2. Enternasyonal’in en
bilinen teorisyenlerindendi. Sonradan paylaşım savaşı sırasında Marksizm adına
“vatan” savunuculuğu yaptığı için Lenin tarafından “sosyal-şovenist” olarak
nitelendirilip isminin başına “dönek” sıfatı eklenince Marksist ve
Leninistlerce gözden düşen bir teorisyen olarak kaldı. İsmi Karl Kautsky idi.
Peki, Lenin Kautsky’i neden “dönek” ve “sosyal-şovenist” olarak nitelemişti?
Lenin’e göre Kautsky, emperyalizmi kapitalizmin tekelcileşme aşamasından
soyutlayıp onu bir ilhak durumuna indirgiyor; emperyalizmi “vatanın işgal
edilmesi” ve salt “yabancı düşmanlığına” sıkıştırarak, devrimci mücadeleyi
vatan topraklarının bu yabancı güçlerden arındırılması ekseninde örüyordu. Bu
teorik bakışın kaçınılmaz iki sonucu vardı Lenin’e göre. İlki, Kautsky, emperyalizmin
kapitalist, sınıfsal niteliğini göremeyerek vatan savunuculuğu yapmaya başlamış
ve öz olarak “bağımsız vatan” olgusuna sırtını yaslayarak proletaryayı ulusal
sınırlara bölmüştü. Bu, Marksizmin “revize” edilmesi anlamına gelmekteydi. İkincisi
de bunun kaçınılmaz politik ifadesi, “Politik olarak enternasyonalizm yerine
küçük burjuva ulusalcılığını” savunmaya itiyordu Kautsky’i. Bu nedenle de Lenin
tarafından “sosyal-şovenist” ve “dönek” nitelendirilmesinden kurtulamadı.
Bana
Kautsky’i hatırlatan şey, can dostum Eren’in yazdığı vatan ve enternasyonalizm
yazısı oldu. Bütünüyle kafa kırışıklığı ve çelişkiyle dolu
midium bir tarih teziyle başlayıp, buram buram kemalizm (pardon sol-kemalizm)
kokan analizlerle devam ettiği, hızını alamayıp, ne söylediği belli olmayan,
gölge boksu yapan bir enternasyonalizm tarifiyle doruk noktasına ulaştırdığı ve
nihayet tribünlerde oturan vatan hemhallerine ajitatif bir oley çektirip
katarsis etkisini ziyadesiyle yaratan yazısını okuduğumda, doğrusu hiç
şaşırmadım.
Eren’in uzun ve bilinç bulanıklıklarıyla dolu ama ajitatif yönü teorik
yönünden bir hayli fazla olan yazısını sadeleştirince önemsenmesi gereken üç
teorik mesele öne çıkıyor.
1. Kemalizm öyle pek de sanıldığı gibi kötü bir şey değildi, sonradan ne
olduysa iktidarların elinde içeriği boşaltıldı. İçeriği boşaltıldığı için Türkiye’deki
solcular da iktidarların yalanına inanıp kandırıldılar ve kandırılan Türkiye’li
solcular sırtlarını Kürt “milliyetçiliğine” dayayıp kendi Marksizm
anlayışlarını buna göre revize ettiler.
2. Tıpkı kemalizm gibi vatan ve milliyetçilik kavramları da yine iktidar
odakları tarafından içeriği boşaltılarak başkalaştı.
3. Enternasyonalizm konusunda Eren’in ne söylemek istediği anlaşılamadı. Bu
hususta anladığım iki şey var. İlki, benim yazımda ifade ettiğim Enternasyonal
vurgusunun metafizik olduğu. İkincisi, Eren’in bu konuda kafasının bir hayli
bulanık ve bilgi yoksunu olduğu.
Teorinin darlığından, darlığın
teorisine…
Eren, kanıta ihtiyaç duymayacak bir biçimde, benim yazımda söylediğim,
“Türkiye solu kemalizmden kurtulamamıştır” sözünü onaylayan ve hatta (sol) kemalizmi
sahiplenmenin günah olmadığını belirten bir savla karşımıza çıkıyor. “Her sınıf ve tabaka kendi Kemalizm yorumunu
getirerek bu kavramı mücadelesinde işlevselleştirmeye çalışmıştır” diyerek
teorinin darlığında yolunu kaybediyor. Dahası, moda tabirle söylersek, “Marksist”
bir bakışla Kemalizm açılımı yapıyor.
Eren’e göre, Kemalizm ilk başlarda (1923-46’ya kadar yani) ilericiymiş.
Daha sonra ne olmuşsa artık yıkılasıca burjuva (pardon, işbirlikçi oligarşi)
öyle yalanlar atmış ve kemalizmi öyle kötü kullanmış ki güzelim ilerici kemalizm
birden gerici oluvermiş. Böylece devletin kemalizmden taviz vermediği yalanına
inanan iki grup çıkmış ortaya. Bunlardan birincisi olan Türk solundaki kimi
yapılar ve küçük-burjuva entelektüellermiş ama bunlar da sonradan sol
kemalizmin etkisiyle burjuvazinin (pardon oligarşinin) çizgisine çekilmişler. Bunlarla
kim kast ediliyor belli değil. Ne kast edildiği hiç belli değil. Ama eğer
söylenildiği gibi, “1955-70 arasında
benimsenen sol Kemalizm ilkinden dağlar kadar farklıysa” (yani ilericiyse,
yani sosyalizm anlayışıyla bezenmiş bir kemalizmse), bu küçük burjuva
entelektüeller ve Türk solundaki yapılar ne oldu da birden burjuvazinin (pardon
oligarşinin) çizgisine çekildi? Sol-kemalizm, bu kesimleri devrimcileştirecek
kadar ilerici değil miydi yoksa? Bunların saf değiştirmesinin nedeni proleter
devrimi ve komünizmin yanında değil de, kemalizmin sağında ya da solunda yer
almış olmaları olmasın?
Bugün hala misak-ı milli zemininde duruluyorsa bunun tek nedeni, Eren’in
böbürlenerek söylediği, kemalizmin “mücadele
içinde işlevsel” hale getirilmesidir zaten. Kemalizmi Marksizm gözlüğüyle
okuyup onu mahkûm etmek ve ondan kopmak yerine, Marksizmi Kemalizm gözlüğüyle
okumak ve bundan da saçma bir sol-kemalizm düsturu edinmek ve dahi bunla
övünmek Marksizmi (Eren’in söylediği tabirle söylüyorum) “revize” etmek değil
de nedir? Kendi gözündeki merteği görmez, elin gözünde çöp aranır.
Daha vahimi ise ikinci grupta olanlara olmuş Eren’e göre. Ne olmuş
bunlara? “Kürt ulusal hareketine karşı
düzen gericiliğinin yanında saf tutmamak için hamle yapıp”, kendilerince
bir sosyalizm tarifi yapmışlar ve “devlet
madem kendisine kemalistim diyor, hepimiz anti-kemalist olalım” demişler.
İyi de yapmışlar! En kötü ihtimalle, düzen gericiliğinin ve kemalizmin
yanında saf tutmaktan iyidir bu. Ama bu kişiler, bunu düzen gericiliğinin
yanında saf tutmamak adına değil, Marksizm ve Leninizm bunu gerektirdiği için
yapmışlardır. Kemalizme de Marksizm gözlüğüyle baktıkları için onu bonapartist
ve faşist diye nitelemişlerdir. Eğer Kemal’in burjuva sınıfsal niteliği
görülemiyorsa burada en temel sorun artık Kemal’den ziyade, ona bakanların
niteliği; teorik darlığıdır. Sosyalistler olay ve olgulara, kişi ve akımlara
reel politik pencereden değil, komünizmin yüce ideolojisinden bakarlar. Eren
kemalizme sosyalizm penceresinden değil de tam tersine sosyalizme de, ulusal
soruna da kemalizmi “işlevsel hale getirdiği” pencereden baktığı için ne yazık
ki gözündeki merteği göremiyor. Çürük bir teorik algının, kendi kendini
çürütmesinden daha vahim ne olabilir ki?
Ama Eren dostumun hakkını yememek lazım. Yine de entelektüellerin kemalizm
eleştirilerinde dişe dokunur yerlerin olduğunu keşfediyor. Lakin onu
keşfederken neleri kaybettiğini keşfedemiyor. Şu sözlerine azami dikkat: “Elbette bu entelektüellerin Kemalizm
eleştirilerinde pek çok doğru yön var. Kemalist iktidar kurulduğu günden
itibaren emperyalizme karşı kararlı bir çizgi izlememiş ve bir sömürücü sınıf yaratmaya uğraşmıştır.”
“Yaratmaya uğraşmıştır” lafının altını ben çizdim ki satır arasına sinmiş
ideolojik sığlık berraklaşsın. Bu satırlara bakılırsa sorun, ne Kemal’in
sınıfsal karakterinde ne de kemalizmin kendisinde değil, kendini bilmez
Kemalist iktidarlarda ve bu iktidar olmuşların sömürücü sınıf yaratmak için kemalizmi
mahvetmiş olmalarında görünüyor. Yoksa Eren’e göre kemalizmde bir sorun yok. O
sömürücü bir sınıf dinamiği üzerine yükselmiyor. Şimdi bu yazılanlara bakıp da,
“bizim sol hareket kemalizmden baya bir kopmuş” diyenlerin seslerini duyar
gibiyim.
Kemalizmin (sol yorumunun) nasıl ve neden sahiplenilmesi gerektiğini inci
tanesi dizer gibi sıraladıktan sonra, bir de yine kendini bilmezlerin “kirlettiği”
başka bir kavrama; milliyetçilik kavramına el atılıp şöyle deniyor: “Oligarşi Türk milliyetçiliğinin, milletin
çıkarlarının tek savunucusu olduğunu öne sürüyor; öte yandan milli olan ne
varsa emperyalizme pazarlıyor, toprakları Irak halkını katledenlere üs olarak
kullandırıyor; Kürt halkının meşru mücadelesini bastırmak için ABD’nin
silahlarını ve istihbaratını, onun kontrgerilla yöntemlerini kullanıyordu. Bu nasıl bir laiklik,
nasıl bir milliyetçilikti?”
Sırtını
“devrimci milliyetçilik” teorisine dayamış olanların, “bu nasıl bir milliyetçilik” diyerek şaşkınlık yaşaması son derece
doğal. Çünkü bu bakışın arkasında, ‘bunların milliyetçiliği de sahtedir, asıl
milliyetçilik böyle değildir’ bilinci yatmaktadır. Ama bundan öte daha vahim
olan iki yanlış vardır. İlki, yukarıda yakınılan durumların milliyetçilikle
hiçbir ilgisinin olmadığı, ikincisi, bunların kapitalizmle ilgili olduğunun
görülememesidir. Kapitalist olan her ülke gibi, TC de emperyalizmle bu tür
ilişkiler içine girer. Irak’ı bombalayanlara da yardım eder, Kürt halkını
katletmek için ABD’den ya da AB’den yardım da alır. Bunu manipüle etmek ve
kitleleri buna inandırmak için de milliyetçiliği propaganda malzemesi haline
getirir. Tıpkı Kürt halkını katlederken, “vatanı böldürmeyiz” diyerek
milliyetçiliği pompaladıkları ve bu katliamları meşru hale getirdikleri gibi.
Bunda da temel gaye zaten mevcut devlet sınırlarının bekasını garanti altına
almaktır. Dolayısıyla burada “vatan savunuculu” yaparak, “bizim vatanımız,
milliyetçiliğimiz farklıdır” demek zevahiri kurtarmaya yetmiyor. Onların
milliyetçilik arabası kapkara bizimki kıpkızıl deyince, arabanın niteliği
değişmiyor. Çünkü Eren dostumun bir türlü görmek istemediği, milliyetçiliğin
kapitalizme özgü bir durum olduğu ve kapitalizmin de bu şeyleri yapmış ve
yapıyor olmasının normal olduğudur. Az çok sosyoloji okumuş birisi, (Marksizm
okumasına da gerek yok) ulus-milliyetçilik kavramının kapitalizmin doğumuyla eş
güdümlü olduğunu bilir. Bunu Eren de bilir. Lakin bilmesi, görmesine yol
açmıyor. Çünkü Eren kafasını “vatan savunuculuğuna” takmış durumda. Üstelik
hala söylüyorum; yarısı Kürtlerin olan vatana… O yüzdendir ki milliyetçiliğin
de, kemalizmin de özünde ilerici bir özellik taşıdığı ve bu iki olguyu “eline
geçirenlerin” bu kavramları kirlettiği, içeriğini boşalttığı düşünülüyor.
Yanılmıyorum sanırım, işte alıntı: “Her kavramın içi öyle büyük bir hızla
boşalıyor ve yeni anlamlar ediniyordu ki, yalan tuzaklarına düşmemek için
tetikte olmak gerekiyordu.”
Eren
de tetikte bir Marksist olarak bizleri yalan tuzağına düşmememiz için uyarıyor.
Lakin tetiği tutan eli kendisine çevirdiğini fark etmiyor. Sanırım sorun
burada. Daha önceki, “kavramları
burjuvaziye terk etmek” yazısında da aynı şeyleri tartışıyordu. Nereden
okumuş ve aklına oturtmuşsa, vatan-millet gibi kavramların (ve şimdi kemalizmin),
sol harekete, devrimcilere ait kavramlar olduğuna ve bu kavramları burjuvazinin
ele geçirmesiyle içeriğinin boşaltıldığına kendini ikna etmiş. Eren dostum kral
çıplak! Öyle bir şey yok. Ne vatan, ne millet ve milliyetçilik, ne de Kemalizm
hiçbir zaman sosyalistlere ait kavramlar olmadı. Olmamalı da! Sosyalistler
kendilerini bunlar üzerinden var etmedi ve tanımlamadı. Tanımlamamalı da! Tam
tersine, sosyalistler kendilerini ve savaşım perspektiflerini bunları eleştirip
yargılayarak oluşturdu. Aksini düşünüp yanlışta ısrar edenlere ise Lenin
“dönek” dedi, “sosyal-şovenist” dedi. Bunu sağır sultan bile duydu.
Şu baş belası Enternasyonalizm ve ulusal mücadele…
İşte Eren’in kafasının en karışık olduğu, bilgi yoksunluklarıyla malul,
garip enternasyonalizm vurgularına geliyoruz. Şuradan başlayalım garipliklere:
“İlginçtir, çok uluslu bir ülkede
“bu vatan bizim” demek şovenizm, hatta “komik” oluyor; ama onlarca ezilen
ulusun ve sömürgenin, onlarca mücadele eden Marksist-Leninist örgütün bulunduğu
dünyada, Türkoğlu Türk komünistler olarak dünya partisi kurmaya girişmek
enternasyonalizm oluyor.”
Eren’in burada ne söylemek istediğini anlayan beri gelsin. Komünist bir
dünya partisi inşa etme uğraşısı, Türk ya da bilmem hangi ulustan olursa olsun,
o ülkenin komünistlerinin asli görevidir zaten. Bu görev yalnızca Türk
komünistlerine düşmediği gibi, Türkiye’deki komünistler de bu uğraştan
vazgeçemezler. Bugüne kadar kurulan enternasyonallerin hiçbirinde bu tip saçma
şeylerin tartışıldığına yalnız Eren değil kimse şahit olmamıştır. Onlarca
ezilen ulusun, sömürgenin olduğu bir dünyada kimse enternasyonal için mücadele
etmemeli mi yoksa? Lenin, “Yeni bir
Enternasyonal her şeyden önce bizim devrimimizin sürekliliği için gerekli. Bu
yüzden derhal yeni bir enternasyonal şart” deyip kolları Komünist
Enternasyonal için sıvarken senin bu söylediklerini düşünmeyerek kötü mü
yapmıştı dostum Eren? Ya da Marks ve Engels, ‘Biz Alman komünistiyiz, bir sürü
ezilen ulus var, sömürge var, onlarca mücadele eden örgütler var. Şimdi enternasyonali
kurmak bize düşmez’ dediler de bizim mi haberimiz yok? Bugüne kadar, Marks’tan
Engels’e, Lenin’e kadar enternasyonal dünya partisi kurmak için mücadele edenler
boşuna mı mücadele ettiler yoksa?
Tabii kendini ezen ulusun sosyalisti namzetiyle “ulusal bağımsızlık”
mücadelesi vermeye endekslemiş, sosyalizm düşüncesini de “vatanı kurtarmaya”
indirgemiş bir bilincin bunları söylemesinden daha doğal bir şey olamaz. Ulusal
bağımsızlık mücadelesine endekslendiği için de, ezilen ulus olan Kürt halkının
ulusal kurtuluş mücadelesiyle kendisini aynı teraziye koyup tartmaya çalışması
da doğal. Burada doğal olmayan tek durum, Eren’in ezen ulus sosyalistleri adına
mücadele eksenini buna göre örmeyi savunması ve Kürt ulusal kurtuluş
mücadelesini pratik olarak değil, siyasal olarak anlamsız bulmasıdır. Kafalar o
denli karışık ki şu cümledeki vehamet durum bile sezilemiyor: “İşbirlikçi oligarşi Kürt ulusal hareketinin
tek bir ulusa ve tek bir coğrafyaya sıkıştırdığı mücadelesini boğmak için
şovenizme başvurdu.” Şaşkınlığın dik alası! Eren, Kürt ulusal hareketinin
ve aynı anlama gelmek üzere ulusal kurtuluş mücadelelerinin enternasyonal bir
mücadele olduğu sanıyor olmalı ki böyle bir cümle kuruyor. Oysa izaha gerek
bile yok. Adı üstünde ulusal kurtuluş mücadelesi yürüten bir örgüt başka ne
yapacaktı ki? Ama buradaki meram başka. O meram, güdük enternasyonal anlayışın
bir uzantısı. Bu saptamayı yapmakla şunu demeye çalışıyor aslında; “sizin
kurtuluşunuzu da ancak biz yaparız!” Hatta direk bunu diyor: “Son tahlilde aynı devlet altında ezilen ve zulme uğrayan halkların ortak
mücadelesini yaratmak Marksist-Leninist’in işidir.”
“Aynı devlet altında” vurgusunu da ben çizdim ki sosyal-şoven anlayış
netleşsin. Çünkü burada Kürt halkına, “gelin birleşelim ve aynı devlet altında
birlikte mücadele edelim” çağrısı yatmaktadır. Doğrusu 2. Enternasyonal
oportünizminden hortlayan “birlik ve enternasyonal” anlayışının teorik temeli
tam da buydu. O günden beri, kendini ulus olarak ortaya koymuş olanların, ezen
ulus etiketiyle, ezilen ulusları politik ve örgütsel birliğe çağırmak ve buna
zorlamak sosyal-şovenizmin en tipik göstergesi olmuştur. Bu, eşit olmayanlara
eşit gibi davranmak anlamında en büyük eşitsizlik olduğu gibi, Kürdistan özelinde,
dört parçaya ayrılmış bir ulus gerçekliği göz önüne alındığında durum daha
vahim hale gelmektedir. Zira Türkiye’li devrimcilerin, Kürt halkını
çağırdıkları birlik hangi zeminde olacaktır sorusunu bulanık hale
getirmektedir. Türkiye devrimcileri sürekli, “tek başınıza hareket ederseniz
sonunda ‘dar alanda sıkışıp kalırsınız’ en iyisi gelin birlikte örgütlenelim”
temalı çağrılarda bulunur Kürt halkına ve devrimcilerine. Genelde çağırdıkları
zemin de kendi ulusal zeminleri, yani Türkiye etiketidir. Şunu sormalıyız?
Örneğin bu çağrıya Kürt halkının hangi kesimi “davet” edilmektedir? Şüphesiz ki
bunların aklında Suriye, Irak ya da İran’daki Kürtler yoktur. Eğer bunlar da
varsa, peki o zaman bu “aynı devlet altında” vurgusu, hangi ve nasıl bir
devlettir? Ama kuşku yok ki bu “davet”, büyük bölümü Türkiye topraklarında
kalan Kürt halkını kapsamaktadır. İşte buradaki ismiyle misakı millicilik,
ideolojik ismiyle sosyal-şovenizm tam da budur.
Burada hayıflanılması gereken durum, “Kürt
ulusal hareketinin tek bir ulusa ve tek bir coğrafyaya sıkıştırdığı mücadelesi”
değil, enternasyonal olması gereken sosyalizm mücadelesinin tek bir ulusa ve
coğrafyaya sıkıştırılarak sosyal-şovenist bir zeminde durulduğu olmalıdır. Kaldı
ki Eren de bombayı patlatıyor ve bize Kautsky’ci tezlerini sıralamaya devam
ediyor:
“Her şeyi bir kenara bırakalım,
İkinci Paylaşım Savaşı’yla birlikte vatan kavramının öne çıkmadığı tek bir
devrim yokken ve Türkiye’de en geniş kitleselliğe ulaşmış iki sol örgütten biri
yurtsever sıfatını, diğeri ise vatan kavramını siyasi mücadelelerinin önemli
bileşenlerinden biri haline getirmişken, bir oturup düşünmek gerekir.”
Doğrusu özrü kabahatinden büyük bu söylemde düşünülecek tek bir nokta
var. O da bu bakışın, birinci emperyalist paylaşım savaşında Kautsky tarafından
dile getirilmiş olması ve yukarıda da vurgulandığı gibi Lenin’in bu bakışı
“sosyal-şovenist” olarak nitelendirdiğidir. Hele de Kürt ulusal mücadelesinin
olduğu bu coğrafyada biri kendisini “yurtsever” diye nitelendirdiği, diğeri de
“vatan” kavramını mücadelesinin ana damarı haline getirdiği için, evet bu
sosyal-şoven Kaustskyci durum iyi düşünülmelidir. En büyük yanılgı budur zira.
Çünkü enternasyonalizm ile ulusal sorun arasında bir ilişki yoktur. Yani, “ulusal olmak enternasyonalizm gereğidir”
sözü, yine kelimenin tam anlamıyla 2. Enternasyonal oportünizmiyle lügata
girmiş sosyal-şovenizmin ta kendisidir. Ki Lenin’in en çok tartıştığı mevzudur
bu. Nereden bakılırsa bakılsın karşımıza sosyal-şovenizmin çıkıyor olması, biz
istediğimiz için değil, söylemin kendisinin geldiği durum olduğu içindir. Bir
kere enternasyonalizm proletaryaya ait bir olgudur ve her durumda burjuvaziye
karşı sınıf savaşı temellidir. “Proletarya kendisi için bir sınıftır” tespiti
zaten onun ulusal temelden soyutlanıp enternasyonal bir varoluş olduğunu
belirtir, başka bir şeyi değil. Proletaryanın kendisi için bir sınıf olmasında
en belirleyici faktör, ulusal kimlikten soyutlanarak, bağımsız bir sınıf
olduğunun bilincine varması ve bunun mücadelesini örgütlemesidir. Burjuvazinin
politik örgütlenmesinin en temel ve gelişkin hali bir devlet olarak
örgütlenmesiyse ve bu da ulusal bir devlet olarak tarih sahnesinde yerini
aldıysa, bunun ideolojik ve politik anlamı, proletaryanın en başta ulusallık
bilinciyle zehirlendiği anlamına gelmekte ve bu da işçi sınıfının burjuvazinin hegemonyasına
girmesi anlamı taşımaktadır. Ve “vatan-millet” söylemi, nereden bakılırsa
bakılsın yalnız ve yalnız burjuva ideolojisinin hegemonik durumuna hizmet
etmektedir.
Ulusal sorun ise sınıf temelli olmayıp, kelimenin tam anlamıyla mevcut
devlet sınırlarını yıkmaya, yani “bölmeye” giden bir varoluştur. Mevcut burjuva
devlet sınırlarının yıkılması, yok edilmesi anlamı taşımaktadır. 2. Enternasyonal
oportünizmini en net şekilde ortaya koyan olgu, ulusların kendi kaderini
tayinini lafta kabul ederken, pratikte devlet sınırlarını savunması, devlet
sınırlarına kıskaçça bağlılık ve mevcut devlet sınırlarının “bölünmesi”
eylemine bir karşı oluştur. Enternasyonalizmin anti-ulusalcılık olmadığına
yönelik teorik bakışın 2. Enternasyonalin kurucu örgütü SPD’den çıkması ve
Lenin’in bunlarla en çok bu nedenle tartışmış olması tesadüf değildir. SPD’nin
liderinin Kautsky olduğunu söyleyelim de durum iyice netleşsin.
İşte bu yüzden ulusların kendi kaderini tayin hakkının pratikte nasıl
kullanılacağına ilişkin karar verecek olan ne ezen ulusun kendisidir, ne de
ezen ulusun devrimcileri, komünistleridir. Bu hak ezilen ulusun hakkı olduğuna
göre, bu hakkın nasıl kullanılacağına karar verecek olan da bu halklardır.
Lenin, “ulusların kendi kaderini
tayininden, onların başka ulusal topluluklardan devlet olarak ayrılması
anlaşılır, bağımsız bir ulusal devletin kurulması anlaşılır” sözünü boşuna
söylememiştir.
Bu yüzden ajitatif ve hiçbir teorik ifade taşımayan, “biz vatan deyince
şunu bunu kast ederiz” gibi hamasi söylemlerle sorun çözülmüyor. Dolayısıyla
Kürt halkına ve devrimcilerine “şunu bunu yapalım, birlikte örgütlenelim, sonra
biz sizin ayrılma hakkınızı zaten tanırız” diyerek hamilik yapmak, ağabeylik
taslayarak akıl vermek ne devrimci bir tutumdur, ne sosyalizmle bağdaşır. Onun
bağdaştığı tek şey, sosyal-şovenizmdir, 2. Enternasyonal anlayışıdır. Görmek
isteyenler için ise Komünist Enternasyonal bu konuda nasıl davranılması
gerektiğini net bir şekilde söylemektedir.
“Bağımlı ve eşit haklara sahip
olmayan uluslar arasındaki (örn İrlanda’da, Amerika’nın siyah halkları
arasında) ve sömürgelerdeki devrimci hareketleri, söz konusu ülkenin Komünist
Partisi aracılığıyla doğrudan doğruya desteklenmelidir. Bu sonuncu ve özellikle
önemli koşul yerine getirilmezse, bağımlı ulusların ve sömürgelerin ezilmesine
karşı mücadelede, onların bir devlet olarak ayrılma haklarının tanınması da,
yalan dolu bir ilan tahtası gibi kalır; ikinci enternasyonal partilerinde
olduğu gibi.”
Komünist olduğunu iddia edenlerin buradan çıkartacağı çok şey vardır. Ama
ufku vatan-millet-milliyetçilik eksenine daralmış ve Kemalizm’de de ilerici
tonlar bulmaya çalışan bir sosyalistin duyması gerekenler hala vardır:
“Küçük burjuva milliyetçiliği,
sadece ulusların eşitliğinin tanınmasını enternasyonalizm olarak nitelendirir
ve ulusal egoizme dokunmaz. Buna karşılık proletarya enternasyonalizmi; bir
ülkedeki proleter mücadelenin çıkarlarının bu mücadelenin bütün dünya ölçüsündeki
çıkarlarına tabi kılınmasını gerektirir.”
Elbette kafasında enternasyonal fikri olmayanların buradan alabileceği
bir ders yok. Enternasyonalizmi dayanışmaya indirgeyenlerin hiç yok. Çünkü
ortada bir enternasyonal anlayışı yok. Bu yüzden de Eren şunu rahatlıkla
söyleyebilmektedir:
“Bülent’in enternasyonalizm tanımı
bir karikatürdür. Bu tanım komünistlerin mücadelelerini inşa edebilecekleri
soyut, homojen ve metafizik bir uluslararası düzlem olduğunu ileri sürer. Oysa
somuta inildiğinde görülür ki, tek tek devletler altında ezilen ve
sömürülen halklar kendilerine has, farklı ve eşitsiz koşullara sahiplerdir, kendi tarihleri ve ulusal, sınıfsal
özellikleri vardır.”
Eren dünya devriminden ve enternasyonalden ne anlıyorsa artık, benim
söylediğim dünya komünist partisi vurgusunu karikatür ve metafizik olarak
nitelendiriyor. Ama bu cümlesinden anladığımız kadarıyla bu bakış dünya
devriminden şunu anlıyor: Sanki dünya partisi pat diye komut verecek ve aynı
anda, aynı zamanda her ülkede komünistlerin önderliğinde bir ayaklanma olacak.
Ve sanki bugüne kadar kurulan enternasyonaller, her ülkenin koşulları, sınıfsal
özellikleri, tarihleri aynıdır demiş gibi, Eren kendine bir kum torbası
yaratmış haybeye vurup kendini yoruyor. Eren’in bana atfederek söylediği şey
elbette karikatür ve metafizikidir. Böyle bir tarif, bırakın Komintern’i,
oportünist 2. Enternasyonalde, hatta Kautsky de bile yoktur. Oysa Eren Komintern’in
ikinci kongresinde ilan edilen “Komintern’e katılmanın 21 koşulu”nu okumuş
olsaydı bile bu kadar kelime israfını boşuna yaptığını anlayacaktı. Şu fikir
zaten Komintern’in bağrından çıkmıştır. “Her
ülkedeki devrimin dili farklıdır. Rusya’da devrimin dili Rusça, Hindistanda
Hintçe’dir…” E bu durumda Türkiye’dekinin Türkçe, Kürdistan’dakinin de
Kürtçe olacağını bilmek gerekir.
Görünen o ki can dostum Eren eline kör bir bıçak almış et kesmeye
çalışıyor. Ancak göremediği şu ki, elinde tuttuğu kör bıçak daha önce
Kautsky’nin elinde tuttuğu bıçağın aynısıdır. Ve o kör bıçakla vatan-millet
vurgusunun dışında sosyalizm adına yapılabilecek ne yazık ki hiçbir şey yoktur.
Daha kötüsü, sol-kemalizm bataklığında kalındığı sürece, bataklığın içine daha
çok batılacak ve o kör bıçak ancak elinde tutanları zedeleyecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder