25 Temmuz 2014 Cuma

Gençlik başımda duman hikâyeleri


Milenyum kuşağının edebiyat söz konusu olduğunda ilginç bir soluğu var. Buna anlatımda yüzeysel ama nihilizmi öngören, kitsch olmaktan kendine ait bir değer yaratarak kurtulmuş, şahsına münhasır edebi bir paradigma diyebiliriz.

Merkezinde yoğun duygu durumlarının, tutkuların, ele avuca sığmayan aidiyetsiz bir varoluşun bulunduğu; yalnızca yazanın derinlerde bir yerde yaşadığı yıkıcı duygulardan beslenen, büyük bir çoğunlukla yaşanmışlıkların düz, yüzeysel ve retoriğe kaçmadan, “edebiyat” yapmadan anlatıldığı bir edebi paradigma bu.

Bir anlamıyla kaçış edebiyatı diyebiliriz buna. Yazarın yalnızca kendini ilgilendiren sorunlardan, yaşadığı yabancılaşmadan, sistemin tüketici yanından ve bunalımlardan yazarak içe doğru bir kaçış (kurtulma) ya da arınma (korunma) bu edebi eylemin içeriğini; yitik ama kendini bilen, farkındalık düzeyi yüksek “uçarı ve serseri” bir jargon bu edebi eylemin biçimsel dinamiğini oluşturuyor.

Dünya böyle bir edebi paradigmaya elbette aşina. 60’ların Beat kuşağı ya da 18.yy Almanya’sında karşımıza çıkan Sturm und Drang (fırtına ve atılım) hareketi bir yönüyle bu edebi varoluşun soy kütüğünü oluşturuyor.

Beat kuşağının ebedi anlamda Heidegger’den Sartre’a, Nietzsche’den Camus’ya ve belli oranda Dostoyevski’ye dayanan varoluşçu özünün, müzikal anlamda karşılığı The Doors, Beatles, Jim Morrison ve Rolling Stones olduğunu söyleyebiliriz. Bütün bunların Sturm und Drang’ın genç Werther’iyle bir akrabalık ilişkisi olduğunu da söyleyebiliriz.

Bir boksörden beklenmedik hareket: entelektüel kroşe

Böyle bir girizgâhın müsebbibi, Giray Kemer’in “Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı” öykü kitabı elbette.

Üniversite öğrencisi, entelektüel, müzik tutkunu, yazmayı seven ve sevgilisinden ayrılmış hüzünlü ama uçarı bir boksörün hayattan, bunalımlardan kaçışına; bir anlamıyla milenyumun yeni genç Wertherlerinin acılarına, hüzünlerine okuru tanık eden içe dönük öykülerle dolu Giray Kemer’in kitabı.

Bir yönüyle gençlik başımda duman ilk aşkım ilk heyecan tadındaki kitapta sevgilisi tarafından terk edilen Werthervari boksör, bunalımını ot, sigara ve içki içerek; tutkusunu ve heyecanını Nick Cave, Springsteen, Doors, arada Müslüm Gürses ve Orhan Gencebay dinleyerek; öfkesini ise kavga ve boks ile manipüle etmeye çalışır. Bütün bu şarkılar, içmeler ve kavgalar hem içe kaçışın ve hem de hüznün isyan halinin en güzel ifade biçimidir ona göre. İstesek yazarın “serseri” jargonundan ve anlatımlarından yola çıkıp bütün bu kaçışların sistemle bağlantısını kurabilir ve öykülerin alt metninde aslında sistemin insanlar üzerinde yarattığı bunalımın sosyolojik ya da politik izlerini sürebiliriz. Ama Giray Kemer denizin üstündeki köpük misali düz ve içinden geldiği gibi anlatımıyla Witgenstein’in “dünya olduğu gibi olandır” sözünü hatırlatırcasına buna hiç gerek olmadığını imlemektedir biz okurlara.

Her şeyden önce şunu söylemek gerekir ki Giray Kemer’in kitabında bir sıcaklık ve samimiyet var. Hani klişe olacak ama hayata dair karşılaşılabilecek ne varsa, onları tumturaklı büyük bir söyleve ve söyleme kaçmadan, caka satmadan; anlatılan hikayeler can sıkıcı bir bunalımla hemhal olsa da okuyanı sıkmadan ve bunaltmadan, keyifle okunabilir bir halde yazmış.
Yazarın kendi yaşanmışlığını, deneyimlerini, bunalım ve hezeyanlarını anlattığı bu tür tutku ve duyguların ağırlıkta olduğu iç metinlerde genellikle okurda, “bunlar beni niye ilgilendirsin ki?” benzeri, çoğu zaman haklı ve meşru serzenişler olur. Okurla yazar arasındaki bu ezeli paradoks ince bir çizgidir ve o çizginin sınırlarını bu tür metinleri kuran ve yazan yazarlar belirler. Giray Kemer’in öykülerinde bu türden bir serzenişe kapılmıyor olmamızın önemli nedenlerinden biri, aslında çoğumuzun öyle ya da böyle yaşadığı hüzün, mutluluk, kaçış ve bunalımlarımızın bam teline dokunup, bizle hemhal olmasıdır. Hatta belki en önemli nedeni, bizle hemhal olurken bu durumları yaşayan karakterin de tıpkı bizler gibi bu problemleri çözememesi ve sürekli tökezlemesidir.

Birbirleriyle ilintili, devamlılığı olan öykülerin tümü kendi başına okunabilir bir niteliğe de sahip. Tek tek okunduğunda öyküden çok bir nevi (kendiyle dertleşme anlamında) günlük hissi yaratsa da totalde ve başlıkları görmezden geldiğimizde pekâlâ uzun bir öykü olduğu sonucunu çıkarabiliriz.

Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı, jargonu “uçarı ve serseri” ama soluğu ve dimağı naif, edebiyatı samimi, kroşesi entelektüel bir öykü kitabı. Milenyum gençliği edebiyatının halet-i ruhiyesi de başka türlü anlatılamazdı zaten.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder