Milenyum
kuşağının edebiyat söz konusu olduğunda ilginç bir soluğu var. Buna anlatımda
yüzeysel ama nihilizmi öngören, kitsch olmaktan kendine ait bir değer yaratarak
kurtulmuş, şahsına münhasır edebi bir paradigma diyebiliriz.
Merkezinde
yoğun duygu durumlarının, tutkuların, ele avuca sığmayan aidiyetsiz bir
varoluşun bulunduğu; yalnızca yazanın derinlerde bir yerde yaşadığı yıkıcı
duygulardan beslenen, büyük bir çoğunlukla yaşanmışlıkların düz, yüzeysel ve
retoriğe kaçmadan, “edebiyat” yapmadan anlatıldığı bir edebi paradigma bu.
Bir
anlamıyla kaçış edebiyatı diyebiliriz buna. Yazarın yalnızca kendini
ilgilendiren sorunlardan, yaşadığı yabancılaşmadan, sistemin tüketici yanından
ve bunalımlardan yazarak içe doğru bir kaçış (kurtulma) ya da arınma (korunma)
bu edebi eylemin içeriğini; yitik ama kendini bilen, farkındalık düzeyi yüksek
“uçarı ve serseri” bir jargon bu edebi eylemin biçimsel dinamiğini oluşturuyor.
Dünya
böyle bir edebi paradigmaya elbette aşina. 60’ların Beat kuşağı ya da 18.yy
Almanya’sında karşımıza çıkan Sturm und Drang (fırtına ve atılım) hareketi bir
yönüyle bu edebi varoluşun soy kütüğünü oluşturuyor.
Beat
kuşağının ebedi anlamda Heidegger’den Sartre’a, Nietzsche’den Camus’ya ve belli
oranda Dostoyevski’ye dayanan varoluşçu özünün, müzikal anlamda karşılığı The
Doors, Beatles, Jim Morrison ve Rolling Stones olduğunu söyleyebiliriz. Bütün
bunların Sturm und Drang’ın genç Werther’iyle bir akrabalık ilişkisi olduğunu
da söyleyebiliriz.
Bir
boksörden beklenmedik hareket: entelektüel kroşe
Böyle
bir girizgâhın müsebbibi, Giray Kemer’in “Olaylar
Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle Başladı” öykü kitabı elbette.
Üniversite
öğrencisi, entelektüel, müzik tutkunu, yazmayı seven ve sevgilisinden ayrılmış
hüzünlü ama uçarı bir boksörün hayattan, bunalımlardan kaçışına; bir anlamıyla
milenyumun yeni genç Wertherlerinin acılarına, hüzünlerine okuru tanık eden içe
dönük öykülerle dolu Giray Kemer’in kitabı.
Bir
yönüyle gençlik başımda duman ilk aşkım ilk heyecan tadındaki kitapta sevgilisi
tarafından terk edilen Werthervari boksör, bunalımını ot, sigara ve içki
içerek; tutkusunu ve heyecanını Nick Cave, Springsteen, Doors, arada Müslüm
Gürses ve Orhan Gencebay dinleyerek; öfkesini ise kavga ve boks ile manipüle
etmeye çalışır. Bütün bu şarkılar, içmeler ve kavgalar hem içe kaçışın ve hem
de hüznün isyan halinin en güzel ifade biçimidir ona göre. İstesek yazarın
“serseri” jargonundan ve anlatımlarından yola çıkıp bütün bu kaçışların
sistemle bağlantısını kurabilir ve öykülerin alt metninde aslında sistemin
insanlar üzerinde yarattığı bunalımın sosyolojik ya da politik izlerini
sürebiliriz. Ama Giray Kemer denizin üstündeki köpük misali düz ve içinden
geldiği gibi anlatımıyla Witgenstein’in “dünya olduğu gibi olandır” sözünü
hatırlatırcasına buna hiç gerek olmadığını imlemektedir biz okurlara.
Her
şeyden önce şunu söylemek gerekir ki Giray Kemer’in kitabında bir sıcaklık ve
samimiyet var. Hani klişe olacak ama hayata dair karşılaşılabilecek ne varsa,
onları tumturaklı büyük bir söyleve ve söyleme kaçmadan, caka satmadan;
anlatılan hikayeler can sıkıcı bir bunalımla hemhal olsa da okuyanı sıkmadan ve
bunaltmadan, keyifle okunabilir bir halde yazmış.
Yazarın
kendi yaşanmışlığını, deneyimlerini, bunalım ve hezeyanlarını anlattığı bu tür
tutku ve duyguların ağırlıkta olduğu iç metinlerde genellikle okurda, “bunlar
beni niye ilgilendirsin ki?” benzeri, çoğu zaman haklı ve meşru serzenişler
olur. Okurla yazar arasındaki bu ezeli paradoks ince bir çizgidir ve o çizginin
sınırlarını bu tür metinleri kuran ve yazan yazarlar belirler. Giray Kemer’in
öykülerinde bu türden bir serzenişe kapılmıyor olmamızın önemli nedenlerinden
biri, aslında çoğumuzun öyle ya da böyle yaşadığı hüzün, mutluluk, kaçış ve
bunalımlarımızın bam teline dokunup, bizle hemhal olmasıdır. Hatta belki en
önemli nedeni, bizle hemhal olurken bu durumları yaşayan karakterin de tıpkı
bizler gibi bu problemleri çözememesi ve sürekli tökezlemesidir.
Birbirleriyle
ilintili, devamlılığı olan öykülerin tümü kendi başına okunabilir bir niteliğe
de sahip. Tek tek okunduğunda öyküden çok bir nevi (kendiyle dertleşme
anlamında) günlük hissi yaratsa da totalde ve başlıkları görmezden geldiğimizde
pekâlâ uzun bir öykü olduğu sonucunu çıkarabiliriz.
Olaylar Boksörün Pazı Sarmasını Yemesiyle
Başladı, jargonu “uçarı ve serseri” ama soluğu ve dimağı naif,
edebiyatı samimi, kroşesi entelektüel bir öykü kitabı. Milenyum gençliği
edebiyatının halet-i ruhiyesi de başka türlü anlatılamazdı zaten.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder