5 Temmuz 2014 Cumartesi

Nuri Bilge Ceylan’ın “tutkuyla sevdiği yalnız, güzel” ve ölüler ülkesi: Bir Zamanlar Anadolu’da


Nuri Bilge Ceylan tuhaf bir yönetmen. Onu ilk “Koza” adlı film ile tanıdık. Ardından gelen “Kasaba”, “Mayıs Sıkıntısı” ve özellikle Cannes film festivali de dâhil pek çok festivalde ödüle boğulan “Uzak” ve “Üç Maymun” filmleri ile sinema dünyasında adından söz ettirdi. Ama bizden ziyade daha çok yurt dışında adından söz ettirdi.

Onun sinemasının nevi şahsına münhasır bir dili ve biçemi var. Aslında “dili var” tabiri algı kalıplarımızı içinde her ne kadar “konuşmakla” ilintili bir durum olsa da, Nuri Bilge Ceylan’ın filmlerinde bunu söylemek pek kolay değil. Zira onun sineması “konuşarak” değil de “susarak” anlatanlardan müteşekkil dilsiz bir konuşanlar topluluğu; sıkıntılı, kasvetli, puslu insanlar güruhu. Haliyle onun sinema dili için de aynı şeyi söyleyebiliriz: sıkıntılı, kasvetli, puslu bir sinema Nuri Bilge Ceylan sineması. Gitmek isteyip de gidemeyen, konuşmak isteyip de konuşamayan, gülmek isteyip de gülemeyen, hatta ağlamak istese de bunu bile yapamayan, yaşama “yabancı” kalmış mutsuz insanlar resmi geçit yapmaktadırlar onun sinemasında. Nuri Bilge filmlerini izlediğimizde “şu varoluş denilen şey hakikaten sıkıntılı bir şey midir?” diye iç çekmemek elde değil.

Bir Zamanlar Anadolu’da filmi aynı üsluba sahip olsa da, durum biraz daha farklı. Fark şu ki, burada insanlar daha çok “konuşuyor” ve sıkıntı, kasvet, bunalım, polisiye bir durum üzerine kurgulanmış olaylar dizgesi zemininde vuku buluyor. Birazdan değineceğimiz, bu filmin diğer filmlerinden ayrıldığı noktaya gelmeden önce şunu da söyleyelim ki, Nuri Bilge Ceylan, merak olgusunu sanırım en çok bu filminde kullanıyor. Belki “Üç Maymun”u da buraya yaklaştırabiliriz.

Ölüler diyarı Anadolu…
Bir Zamanlar Anadolu’da bir cinayet öyküsü. Hikâye yalın aslına bakılırsa. Anadolu’nun bir kasabasında bir cinayet işlenmiştir. Cinayeti işleyen kişi bellidir lakin ölünün nereye gömüldüğü belirsizdir. Katil (Fırat Tanış) ölüyü nereye gömdüğünü hatırlamamaktadır. Ya da hatırlamak istememektedir. Ya da bilerek göstermeyi tercih etmemektedir. İşte filmin en çarpıcı ve etkileyici yeri bu kısmı. Zira 2.30 dakikalık filmin 1.20 dakikası, katilin yeri göstermesi/gösterememesi/göstermek istememesi eksenlerinde dolanıyor ve bu ana kadar olan her şey karanlıkta geçiyor.

Katilin ölüyü gömdüğü yeri itiraf ettiği an henüz gece. İtiraf gerçekleştiği için sabah olacak ve domuz bağı ile bağlanmış ölü, sanki gerçekler karanlığın örtüsüne gizlenmiş anlamını pekiştirircesine hava aydınlandığında gömüldüğü yerden çıkarılacak. Öyle de oluyor. Sabah, ölü gösterilen yerden çıkarılıyor. Ölü toprak altından çıkarılıyor fakat sır çözülebilmiş değil. Nuri Bilge Ceylan, minimalist göstergelerle sır içine sır katıyor.
Bu da Nuri Bilge Ceylan’ın bu filmini başka türlü okumamıza olanak sağlıyor. Nuri Bilge Ceylan, estetik biçeminden taviz vermeden son derece politik bir bağlam yaratarak, kendi filmografisinden de ayrılıyor. Bu filmde “konuşan” yalnızca insanlar değil, filmin kendisi de “konuşuyor.”

Peki neyi konuşuyor?

Malumun ilanıdır ki Anadolu topraklarının altı, katilleri ile birlikte gün yüzüne çıkartılmayı bekleyen ölülerle dolu. Tıpkı filmde cinayete kurban giden maktül gibi, kimliği belli olmayan binlerce ölünün üstüne kurulu bir coğrafyada yaşıyoruz. Ve yine tıpkı filmde imlendiği gibi, katilleri de, (filmdeki katil Fırat Tanış gibi) ya nereye gömdüklerini hatırlamayan, hatırlamak istemeyen ya da hatırlamaktan bilerek imtina eden insanlardan oluşuyor. Herkes katilin kim ya da kimler olduğunu biliyor ama bir anlamıyla da bilmiyor, bilmezden geliniyor. Ülkenin, hala aydınlatılması gereken ve toprak altından çıkarılmayı bekleyen ölüler ülkesi olduğu düşünüldüğünde, filmin gösterge boyutuyla paralel bir yönü olduğu açığa çıkabiliyor. Film, yukarıda da belirttiğimiz gibi, ölü toprak altından çıkarılana kadar karanlıkta geçiyor. Bu bir gösterge ise ve gösterge sosyolojik düzleme taşınacaksa şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Anadolu hala karanlıkta bir ülke.

Filmin konuştuğu salt bu değil tabi. Anlamlar, göstergelerle birlikte derinlik kazanıyor ve geçmişte yaşanmış bir cinayet için otopsi istemeyen savcı, öldürülen cesede otopsi yaparken, cesedin canlı canlı gömüldüğünü rapor etmeyen doktor da, göstergeler silsilesi halinde suça iştirak ediyor.

Belki de filmin en etkileyici, oldukça estetik sahnelerinden biri tam da doktorun, maktülün canlı canlı gömüldüğü gerçeğini sakladığı ve bunu yapmakla suça iştirak ettiği sahnedir. Otopsi yaptığı cesedin kanı doktorun yüzüne sıçrar. Silmeye çalışsa da sıçrayan kan silinmez. Bunun toplumsal göstergedeki izdüşümü alenidir aslında. Anadolu’da toprak altında “belirsiz” faillerden dolayı yatan ölülerin kanları, suskunluğun yarattığı ortaklıktan dolayı herkesin yüzüne sıçramıştır. Gece güne dönmeden de yüze sıçrayan bu kanı silmek, temizlemek, aklanabilmek pek mümkün görünememektedir.

Nuri Bilge Ceylan bu türden bir okumaya açık son derece çarpıcı bu filmiyle, kendi sinematografisi içinde bambaşka bir yerde durmaktadır. Ve bu durduğu yer hiç de kötü bir yer değildir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder