Romanlardan ve büyük oranda hayattan
öğrendiğimiz kadarıyla aydınların talihi hep makûstur: (u)mutsuzluk ve hayal
kırıklığı… Hayaller ve ütopyalar onların varoluş dinamiğiyse şayet, gerçeğin
kara duvarı da bu varoluş dinamiğinin parçalandığı andır. Sonrası simgesel ya
da gerçek bir ölümdür.
Werther’den,
Naçayev’e, Raskolnikov’dan, Herzen’e, Rimbaud’dan, Selim Işık’a, edebiyatın
gerçekliği içinde Mai’nin gönüllü
temsilcileri olarak Siyah’lara karşı
mücadele içindedirler. Gelin görün ki gerçeğin edebiyatı bambaşkadır; Siyah
her zaman kendi solgun rengini korumaktadır ve o koyu karanlık Mai’liği absorbe etmektedir. Siyah, bir ölü toprağıdır. Sonrası hezeyandır.
Ahmet Cemil’i, Ali Şekip’i yahut Hüseyin
Nazmi’yi diğerlerinden ayıran bir fark yoktur. Bir fark ise eğer, tek farkları,
yaşadıkları coğrafyadır. Onlar, Halit Ziya eliyle edebiyatın romantik yolcuları
arasına karışmış bir Herzen, bir Rimbaud, ya da genç Werther’dir. Kendilerine
ait olmayan bu dünyada kendilerini yaşamaya çalışan, yaşayamadıkları kendileri
ve bu dünyaya yabancı ütopyaları ile çıkmaz bir sokakta yollarını kaybeden Mai’lerdir
tümü de.
Halit Ziya’nın Mai’si Ahmet
Cemil’dir. Ensesine dökülmüş uzun sarı saçları ve ağzında kayıtsızca bulunan
sigarası ile Rus romanlarından çıkmış gelmiş ilk terörist Naçayev’i, yapamadığı
devrimle kendi içinde sürgün Narodnik Herzen’i ama illaki Çehov’un Treplev’ini
andırmaktadır biraz da.
Kendince büyük düşleri vardır Ahmet
Cemil’in. Büyük bir edip olacak, altına imzasını gururla atacağı büyük edebi
eserler yazacaktır. Bu Mai’likler içinde “Baran-ı Elmas” altında
ıslanan müphem bir ütopisttir Ahmet Cemil. Müphemliği, ütopyaları ile gerçekler
arasında sıkışmışlığıdır. Bu mutat yaşam içinde, “fikri o maruf zeminlerde bocalamaktan
kurtaracak” ve kendini “birisi” yapacak eserinde görür geleceğini.
Ah, o eser
yazılıp da intişar ettiği zaman ben büsbütün başka bir adam olacağım! Kendimi
birden yükselmiş göreceğim, o zaman: ‘Ben bugün şu toprak parçasının üzerinde
birisiyim!’ diyebileceğim…
Ne var ki, “hakikat daima huylanın
dunundadır” ve babasının ölümüyle düşleri de ölür: Mai hayaller
yaşarken ilk kez Siyah’la karşılaşır. Ailesinin geçimi onun
omuzlarındadır ve Siyah’ın sert duvarı onu bozguna uğratmıştır: para
kazanmak için çalışmalıdır. Düşleri ve ütopyaları gittikçe uzaklaşır kendinden.
Yaşadıkları hep hayal kırıklığı olmuştur ama umutludur ve kendini avutmaktadır Baran-ı
Elmas düşleriyle.
Yaşam gerçeklerinin düş “gerçeklerinden”
her zaman baskın olduğu, Ahmet Cemil’in hayatında günden güne daha bir
somutlanmaktadır. Sevdiği, yapmak istediği işi yapmaktadır aslında; kitapların
içindedir ve çeviriler yapmakta, Mir’at-i Şuun’a (olayların aynası gazetesi)
yazılar yazmaktadır. Ne var ki bu durum onun hayalinde canlandırdığı bir durum
değil bir zorunluluktur. Bu zorunluluk içinde düşlerine, ütopyalarına yer
yoktur. Ahmet Cemil’in durumunu, yine onu yaratan olarak en iyi Halit Ziya
tarif etmektedir; “Mai hülyalar içinde yaşamak için yaratılmışken siyah bir
uçuruma yuvarlanacaktı.”[1]
Öyle de olur. Tarihsel
tekerrür (makûs talih) Ahmet Cemil için de vuku bulur. Hayallerini
gerçekleştiremediği gibi en yakın arkadaşlarından Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşi
Lamia’ya olan aşkı da aynı Siyah duvara çarparak dağılır. Lamia başka
biriyle evlenmiştir. Ahmet Cemil için hayat artık, “taşınamayacak bir yük
hükmündedir”
Ahmet Cemil’in bundan sonraki
yaşamı yarı Werther, yarı Herzen gibidir. Ütopyaları gerçeğin Siyah
duvarına çarparak paramparça olmuş Herzen gibi romantik bir sürgün ya da
sevgilisi Lotte’nin, “Bu sondur Werther! Beni bir daha görmeyeceksiniz!”[2]
sözüyle umudunu yitirmiş genç Werther’dir. Sürekli gittiği kardeşi İkbal’in
mezarına bu kez başka bir kimlikle gidecek ve “Bak! Ben de senin gibiyim, o
kadar genç öldüğüne üzülmemen için sana kendimi göstermeye geldim” diyecektir. İçinde bulunduğu
durumla, kardeşi İkbal’in durumu arasında bir fark görememektedir artık.
Başka bir kimlik… Ahmet
Cemil’i en iyi tarif eden bir tanımlama olmaktadır bu andan itibaren. Artık Mai’likler
içinde baran-ı elmas hülyaları kurmamaktadır. Dahası, Mai ile Siyah’ın
kavgasında galip gelen Siyahtır. Ahmet Cemil için yaşamın rengidir bu
artık. Koyu bir karanlıktır onun yaşadıkları. Yaşamın acı yüzü Mai’likleri
karartmış, düşleri ve ütopyaları Siyah’ın acımasız karalığı altında
ölmüştür. Ölümü düşünse de ölmez Ahmet Cemil. Ama Werther gibi ölüme yazgılı,
Herzen gibi kendi içinde romantik bir sürgün ve Treplev gibi Mai bir
ölüdür. Gökten artık baran-ı elmas değil, “sanki bir baran-ı dürr-i siyah”
yağmaktadır.
Bu siyah bir
gece idi… öyle bir gece ki gökler bütün kandillerini söndürerek denizlere gayp aleminin
gizli şeylerini dökmek için hazırlanmış gibiydi…yalnız vapurun kırmızı feneri
bu siyahlıklar arasında açılmış uzak bir kırmızı göz gibi parlıyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder