20 Temmuz 2014 Pazar

Gerçeklerin kararttığı Mai’ler ütopları öldüren Siyah’lar

Romanlardan ve büyük oranda hayattan öğrendiğimiz kadarıyla aydınların talihi hep makûstur: (u)mutsuzluk ve hayal kırıklığı… Hayaller ve ütopyalar onların varoluş dinamiğiyse şayet, gerçeğin kara duvarı da bu varoluş dinamiğinin parçalandığı andır. Sonrası simgesel ya da gerçek bir ölümdür.

Werther’den, Naçayev’e, Raskolnikov’dan, Herzen’e, Rimbaud’dan, Selim Işık’a, edebiyatın gerçekliği içinde Mai’nin gönüllü temsilcileri olarak Siyah’lara karşı mücadele içindedirler. Gelin görün ki gerçeğin edebiyatı bambaşkadır; Siyah her zaman kendi solgun rengini korumaktadır ve o koyu karanlık Mai’liği absorbe etmektedir. Siyah, bir ölü toprağıdır. Sonrası hezeyandır.

Ahmet Cemil’i, Ali Şekip’i yahut Hüseyin Nazmi’yi diğerlerinden ayıran bir fark yoktur. Bir fark ise eğer, tek farkları, yaşadıkları coğrafyadır. Onlar, Halit Ziya eliyle edebiyatın romantik yolcuları arasına karışmış bir Herzen, bir Rimbaud, ya da genç Werther’dir. Kendilerine ait olmayan bu dünyada kendilerini yaşamaya çalışan, yaşayamadıkları kendileri ve bu dünyaya yabancı ütopyaları ile çıkmaz bir sokakta yollarını kaybeden Mai’lerdir tümü de.

Halit Ziya’nın Mai’si Ahmet Cemil’dir. Ensesine dökülmüş uzun sarı saçları ve ağzında kayıtsızca bulunan sigarası ile Rus romanlarından çıkmış gelmiş ilk terörist Naçayev’i, yapamadığı devrimle kendi içinde sürgün Narodnik Herzen’i ama illaki Çehov’un Treplev’ini andırmaktadır biraz da.

Kendince büyük düşleri vardır Ahmet Cemil’in. Büyük bir edip olacak, altına imzasını gururla atacağı büyük edebi eserler yazacaktır. Bu Mai’likler içinde “Baran-ı Elmas” altında ıslanan müphem bir ütopisttir Ahmet Cemil. Müphemliği, ütopyaları ile gerçekler arasında sıkışmışlığıdır. Bu mutat yaşam içinde, “fikri o maruf zeminlerde bocalamaktan kurtaracak” ve kendini “birisi” yapacak eserinde görür geleceğini.

Ah, o eser yazılıp da intişar ettiği zaman ben büsbütün başka bir adam olacağım! Kendimi birden yükselmiş göreceğim, o zaman: ‘Ben bugün şu toprak parçasının üzerinde birisiyim!’ diyebileceğim…

Ne var ki, “hakikat daima huylanın dunundadır” ve babasının ölümüyle düşleri de ölür: Mai hayaller yaşarken ilk kez Siyah’la karşılaşır. Ailesinin geçimi onun omuzlarındadır ve Siyah’ın sert duvarı onu bozguna uğratmıştır: para kazanmak için çalışmalıdır. Düşleri ve ütopyaları gittikçe uzaklaşır kendinden. Yaşadıkları hep hayal kırıklığı olmuştur ama umutludur ve kendini avutmaktadır Baran-ı Elmas düşleriyle.

Yaşam gerçeklerinin düş “gerçeklerinden” her zaman baskın olduğu, Ahmet Cemil’in hayatında günden güne daha bir somutlanmaktadır. Sevdiği, yapmak istediği işi yapmaktadır aslında; kitapların içindedir ve çeviriler yapmakta, Mir’at-i Şuun’a (olayların aynası gazetesi) yazılar yazmaktadır. Ne var ki bu durum onun hayalinde canlandırdığı bir durum değil bir zorunluluktur. Bu zorunluluk içinde düşlerine, ütopyalarına yer yoktur. Ahmet Cemil’in durumunu, yine onu yaratan olarak en iyi Halit Ziya tarif etmektedir; “Mai hülyalar içinde yaşamak için yaratılmışken siyah bir uçuruma yuvarlanacaktı.”[1]

Öyle de olur. Tarihsel tekerrür (makûs talih) Ahmet Cemil için de vuku bulur. Hayallerini gerçekleştiremediği gibi en yakın arkadaşlarından Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşi Lamia’ya olan aşkı da aynı Siyah duvara çarparak dağılır. Lamia başka biriyle evlenmiştir. Ahmet Cemil için hayat artık, “taşınamayacak bir yük hükmündedir”

Ahmet Cemil’in bundan sonraki yaşamı yarı Werther, yarı Herzen gibidir. Ütopyaları gerçeğin Siyah duvarına çarparak paramparça olmuş Herzen gibi romantik bir sürgün ya da sevgilisi Lotte’nin, “Bu sondur Werther! Beni bir daha görmeyeceksiniz!”[2] sözüyle umudunu yitirmiş genç Werther’dir. Sürekli gittiği kardeşi İkbal’in mezarına bu kez başka bir kimlikle gidecek ve “Bak! Ben de senin gibiyim, o kadar genç öldüğüne üzülmemen için sana kendimi göstermeye geldim” diyecektir. İçinde bulunduğu durumla, kardeşi İkbal’in durumu arasında bir fark görememektedir artık.

Başka bir kimlik… Ahmet Cemil’i en iyi tarif eden bir tanımlama olmaktadır bu andan itibaren. Artık Mai’likler içinde baran-ı elmas hülyaları kurmamaktadır. Dahası, Mai ile Siyah’ın kavgasında galip gelen Siyahtır. Ahmet Cemil için yaşamın rengidir bu artık. Koyu bir karanlıktır onun yaşadıkları. Yaşamın acı yüzü Mai’likleri karartmış, düşleri ve ütopyaları Siyah’ın acımasız karalığı altında ölmüştür. Ölümü düşünse de ölmez Ahmet Cemil. Ama Werther gibi ölüme yazgılı, Herzen gibi kendi içinde romantik bir sürgün ve Treplev gibi Mai bir ölüdür. Gökten artık baran-ı elmas değil, “sanki bir baran-ı dürr-i siyah” yağmaktadır.

Bu siyah bir gece idi… öyle bir gece ki gökler bütün kandillerini söndürerek denizlere gayp aleminin gizli şeylerini dökmek için hazırlanmış gibiydi…yalnız vapurun kırmızı feneri bu siyahlıklar arasında açılmış uzak bir kırmızı göz gibi parlıyordu.




[1] Asım Bezirci, Seçme Romanlar, Evrensel Basım Yayım, İstanbul 1973, s. 58
[2]J. W. Goethe, Genç Werther’in Acıları, Öteki Yayınları, İstanbul 1992, s. 126

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder