“Çünkü siz titreyen ellerinizle bir ipi yoklayarak inmek
istemezsiniz; ardında ne olduğunu kestirdiğiniz yerde tiksinirsiniz kapıyı
açmaktan” Nietzsche.
Hakikatlerin üzerinin karartıldığı, sis
perdelerinin altında saklandığı günümüz dünyası göz önüne alındığında,
hakikatin ne olup olmadığı sorusu felsefi bir muamma olarak bizleri başka tür
çözümlemelere, başka tür anlatılara doğru itmeye başladı. Hakikatin, aşinalıkla
alışkanlık arasındaki salınımı alışkanlıkta son buldu; gerçeğe olan ilgi,
belleğin örselenmesi sonucu oluşan rutin bir kanıksamanın etkisiyle anlamını
yitirdi. Dünyanın en ücra köşelerinde vücut bulan savaşlar, her gün yağan
bombalar gösteri toplumunun yeni seyir olanakları olmaktan başka bir anlam
ifade etmiyor artık. Hakikate olan yabancılaşmanın en temel müsebbipleri
arasında ideolojik manipülasyonları saymak gerekli. Gören gözlerin görmemeye,
duyan kulakların duymamaya başlaması toplumsal yabancılaşmanın bir sonucu
olarak birbirini besledi. Bu amnezik durumdan kurtulmak için yeni bakışlar
gerekli…
Nesnenin çözümüne ilişkin iki farklı
bakıştan söz ettiği “Yamuk Bakmak” adlı çalışmasında bir “bakma” pratiği sunan
Zizek, doğrudan bakmakla yamuk bakmak arasındaki farkı karşılaştırarak bir
sonuca ulaşıyor: “Bir şeye dosdoğru bakarsak” diyor Zizek, “şekilsiz
bir noktadan başka bir şey göremeyiz. Nesne, ona ancak belli bir açıdan
bakıldığında açık seçik görülebilir.” Zizek’in yamuk bakış tahayyülü, arzu
ve endişelerimizin itkisiyle harekete geçen hakikati görebilme/gösterebilme
çabası olarak anlam kazanıyor.
Zizek’çi yamuk bakmak ile gerçeğin başka
bir oluş halini görmek arasında felsefi düzlemde bir paralellik bulunmaktadır. Kendini,
görüneni anlamlandırma ilişkisi içinde var etmeye başlayan dil, mevcut iktidar
ilişkileri içindeki çıkışsızlığın izlerini taşır. Sorunun çözümü felsefidir ve
kaçınılmaz biçimde başka bir bakışı zorunlu kılar. Edebiyat bu anlamıyla dilin
başkalaştırılmasını, görünenlerin başka bir anlatımını zorunlu kılar. Zizek’in
önerdiği yamuk bakma, dilin mevcut anlam sınırlarını zorlamasıyla özellikle
edebi bir anlatım olanağı açısından büyük bir zenginlik alanı yaratır. Yine
Zizek’çi anlamda söylersek, yapılan “radikal bir alan değişikliği”dir ve gerçek,
başka bir oluş hali üzerinden anlatıldığında, türlü okuma olanakları
yaratmasının yanında alımlayıcıyı daha üst noktalardan yakalar. En başat husus,
yaratacağı uzaklaştırma etkisi sayesinde, okuyucunun verili düşünsel
kalıplarının dışında da görme olanağını yaratması olacaktır.
“Bir intikam romanı” olarak yazdığı Tol’dan sonra şimdi de “Bir kıyamet
romanı” olarak nitelediği Har
romanında, metaforlarla bezeli, gerçekle hayali olanın eş zamanlı ilerlediği ve
bir noktada birleştiği bir üslup tutturarak, okuyucuya hakikati başka bir
açıdan göstermeye çalışan Murat Uyurkulak, yamuk bakış’ın iyi bir örneğini
sunuyor okura.
“Büyük A âlemleri hizaya getirerek tekrar
nizama” koyuyor. Ancak
görünen o ki Büyük A’nın yarattığı nizamda işler pek yolunda gitmiyor ve
insanlık bugün yaşanılan zamana doğru akıyor. “Milyon asır var ki biz, yani
gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutlar, bu azap üzre yaşadık.”
Romanda “yeryuvardaki” insanlıkla Büyük A arasındaki bağlantıyı yazarın Tefail
adını taktığı şeytan sağlıyor. Uyurkulak ironik bir bakışla okuru, insanlığı
Tefail gibi “nuru bozuk”lara emanet eden Büyük A’ya karşı, “Mefisto adlı
şeytanın gerçekten de bir avukata ihtiyacı yoktur. Asıl avukata ihtiyacı olan
Tanrıdır, çünkü dünyanın yaratılmasından sorumlu olan O’dur.” diyen
Baudrillard’ın anti-teolojik çıkarımına doğru itiyor. Büyük A’nın yarattığı
dünyada ölümler eksik olmuyor ve en büyük iş meleklerden Lizara’ya yani
Azrail’e düşüyor.
Metaforik anlatı düzleminde, Büyük A,
Azrail’in misyonunu yürüten Lizara ve şeytan Tefail görevlerini yerine
getirirken, gerçek anlatı düzleminde ise yeryuvarın doğusunda yürüyen savaşın
çıplak yüzüyle karşılaşıyoruz. Yeryuvarın askerleri, Xırbolara karşı savaşırken
okur da savaşın mahiyetini sorgulayan bir düzleme çekiliyor. Bu noktada Büyük
A’nın yarattığı dünyadaki kaotik durum daha da aleni hale geliyor. Savaşın bu
kötü yönü romanın iki kahramanı Numune ve Onüç tarafından gösteriliyor. Tıpkı
Faust’un, teolojik dünya tasavvurunun vebalini, özne olmayı benimseyerek
reddetmesi gibi bu iki asker de, metaforik düzlemde devletin zorunluluklarını
reddederek firar edince Xırbo’lar tarafından esir ediliyor.
Öykü düz bir biçimde ilerlemiyor romanda.
Yazar analepsist ve metalepsist yöntemlerle kurduğu romanı biçimsel olarak da
sondan başa doğru ilerletiyor. Bunun nedenini ise romanın sonunda anlıyoruz.
Romanın kahramanlarından olan ve yamukların hayatını kaleme alan Sonyamuk
aslında “boktan intikam kitabının” da yazarı olan Murat Uyurkulak’tan başkası
değil. Har romanı bu yönüyle,
Tefail’in yazarı yönlendirmesiyle oluşuyor. “Ayrıca laf salatası da yapma,
otur, hakikatten ne anladığı yaz adam gibi… Bi de mümkün mertebe gerçek
isimlerden uzak dur, zira Büyük A’nın gücüne gider…” böylece ortaya
özgönderimsel bir roman olan Har
çıkıyor.
“Yamukların” önlenemez yükselişi
Yeryuvar’ın doğusundaki savaşın yarattığı
amnezik durum yalnızca dört parçaya bölünmüş insanlarda değil tüm insanlarda
vücut buluyor. “Tarihini hatırlasa infilak edecek bir ülke” olan Netamiye
insanlarının, yüzleri gibi adları da yok. Hepsi yamuk. Yamukbir, Yamukiki, Yamuküç,
Onüç, Otuzbeş, Sonyamuk vs. Hepsi de, “Hâlbuki üç tarafından ışık almasına
rağmen kasveti bir türlü sökülüp atılamayan” evin misafirleri. Ve bu
misafirlerden biri her gün ülkenin doğusundaki savaşta ölmekte. Numune ve Onüç
ölmemek için askerden kaçmış ve Onüç, Tefail tarafından “hakikatle terbiye
edilecek koca bir küreyi” terbiye etmek için aday seçilmiş. Ama karşılarına hep
yamuklar çıkıyor. Her bir yamuk savaşın derin izlerini yaşamış. Yaptıkları
işler yamuklara özgü. Korsan işine girip, kitap, cd vs. basıp satıyorlar.
Yamukların kendilerine ait iğreti bir dünyaları var. İğretilik, dünyanın
bütünün kendilerine ait olmamasının yarattığı sancıdan kaynaklanıyor izlenimi
uyandırmakta. Kendi içlerindeki iğreti mutlulukları, bütünün mutsuzluğunun
yanında hiçbir anlam ifade etmiyor. Yamukların hepsi de arafta kişiler.
Ölmemişler ama böyle bir dünyada da yaşamıyorlar aslında. Arafta kalmış
yamuklar insanlığa hakikati yaymak için kitap yazıyor. Dünyayı yamuklar yönetse
her şeyin daha iyi olacağına ilişkin bir çıkarıma yönlendiriyor yazar okuru. Ya
da yaşanılabilir bir dünya için herkesin “yamukların bakışına” ihtiyacı olduğu
sonucuna götürüyor.
Bu arada ülkenin doğusundaki savaşta hala
insanlar ölüyor ve yamukların arasına, arafa geliyorlar. “Palaskalı her Netam’ın
yanında, poşulu bir Xırbo” ruhlar âlemine inmeye başlıyor. Tefail’e bakılırsa
çifter çifter inmelerinin nedeni, “kardeş olmalarından dolayı birbirlerinden
ayrılamayacak olmasıdır.” Sonyamuk’un, “Ya ayrılırlarsa” sorusuna ise Tefail
daha manidar bir cevap veriyor: “Olsun. Yine de kardeştirler.”
Araf, bir çıkış anını; eşikten atlama
durumunu simgeliyor. Kitabın adının neden Har
olduğunu anlıyor okur. Bu cehennemi dünyanın her an patlamaya hazır alev
toplarını biriktirdiğini gösteren Murat Uyurkulak böylece, hakikati, görmek
isteyen gözlerin önüne serdiği usta işi bir edebi eser yaratıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder