29 Haziran 2014 Pazar

Hakikatin metaforik yüzü: HAR


“Çünkü siz titreyen ellerinizle bir ipi yoklayarak inmek istemezsiniz; ardında ne olduğunu kestirdiğiniz yerde tiksinirsiniz kapıyı açmaktan” Nietzsche.

Hakikatlerin üzerinin karartıldığı, sis perdelerinin altında saklandığı günümüz dünyası göz önüne alındığında, hakikatin ne olup olmadığı sorusu felsefi bir muamma olarak bizleri başka tür çözümlemelere, başka tür anlatılara doğru itmeye başladı. Hakikatin, aşinalıkla alışkanlık arasındaki salınımı alışkanlıkta son buldu; gerçeğe olan ilgi, belleğin örselenmesi sonucu oluşan rutin bir kanıksamanın etkisiyle anlamını yitirdi. Dünyanın en ücra köşelerinde vücut bulan savaşlar, her gün yağan bombalar gösteri toplumunun yeni seyir olanakları olmaktan başka bir anlam ifade etmiyor artık. Hakikate olan yabancılaşmanın en temel müsebbipleri arasında ideolojik manipülasyonları saymak gerekli. Gören gözlerin görmemeye, duyan kulakların duymamaya başlaması toplumsal yabancılaşmanın bir sonucu olarak birbirini besledi. Bu amnezik durumdan kurtulmak için yeni bakışlar gerekli…

Nesnenin çözümüne ilişkin iki farklı bakıştan söz ettiği “Yamuk Bakmak” adlı çalışmasında bir “bakma” pratiği sunan Zizek, doğrudan bakmakla yamuk bakmak arasındaki farkı karşılaştırarak bir sonuca ulaşıyor: “Bir şeye dosdoğru bakarsak” diyor Zizek, “şekilsiz bir noktadan başka bir şey göremeyiz. Nesne, ona ancak belli bir açıdan bakıldığında açık seçik görülebilir.” Zizek’in yamuk bakış tahayyülü, arzu ve endişelerimizin itkisiyle harekete geçen hakikati görebilme/gösterebilme çabası olarak anlam kazanıyor.

Zizek’çi yamuk bakmak ile gerçeğin başka bir oluş halini görmek arasında felsefi düzlemde bir paralellik bulunmaktadır. Kendini, görüneni anlamlandırma ilişkisi içinde var etmeye başlayan dil, mevcut iktidar ilişkileri içindeki çıkışsızlığın izlerini taşır. Sorunun çözümü felsefidir ve kaçınılmaz biçimde başka bir bakışı zorunlu kılar. Edebiyat bu anlamıyla dilin başkalaştırılmasını, görünenlerin başka bir anlatımını zorunlu kılar. Zizek’in önerdiği yamuk bakma, dilin mevcut anlam sınırlarını zorlamasıyla özellikle edebi bir anlatım olanağı açısından büyük bir zenginlik alanı yaratır. Yine Zizek’çi anlamda söylersek, yapılan “radikal bir alan değişikliği”dir ve gerçek, başka bir oluş hali üzerinden anlatıldığında, türlü okuma olanakları yaratmasının yanında alımlayıcıyı daha üst noktalardan yakalar. En başat husus, yaratacağı uzaklaştırma etkisi sayesinde, okuyucunun verili düşünsel kalıplarının dışında da görme olanağını yaratması olacaktır.

“Bir intikam romanı” olarak yazdığı Tol’dan sonra şimdi de “Bir kıyamet romanı” olarak nitelediği Har romanında, metaforlarla bezeli, gerçekle hayali olanın eş zamanlı ilerlediği ve bir noktada birleştiği bir üslup tutturarak, okuyucuya hakikati başka bir açıdan göstermeye çalışan Murat Uyurkulak, yamuk bakış’ın iyi bir örneğini sunuyor okura.

“Büyük A âlemleri hizaya getirerek tekrar nizama” koyuyor. Ancak görünen o ki Büyük A’nın yarattığı nizamda işler pek yolunda gitmiyor ve insanlık bugün yaşanılan zamana doğru akıyor. “Milyon asır var ki biz, yani gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutlar, bu azap üzre yaşadık.” Romanda “yeryuvardaki” insanlıkla Büyük A arasındaki bağlantıyı yazarın Tefail adını taktığı şeytan sağlıyor. Uyurkulak ironik bir bakışla okuru, insanlığı Tefail gibi “nuru bozuk”lara emanet eden Büyük A’ya karşı, “Mefisto adlı şeytanın gerçekten de bir avukata ihtiyacı yoktur. Asıl avukata ihtiyacı olan Tanrıdır, çünkü dünyanın yaratılmasından sorumlu olan O’dur.” diyen Baudrillard’ın anti-teolojik çıkarımına doğru itiyor. Büyük A’nın yarattığı dünyada ölümler eksik olmuyor ve en büyük iş meleklerden Lizara’ya yani Azrail’e düşüyor.

Metaforik anlatı düzleminde, Büyük A, Azrail’in misyonunu yürüten Lizara ve şeytan Tefail görevlerini yerine getirirken, gerçek anlatı düzleminde ise yeryuvarın doğusunda yürüyen savaşın çıplak yüzüyle karşılaşıyoruz. Yeryuvarın askerleri, Xırbolara karşı savaşırken okur da savaşın mahiyetini sorgulayan bir düzleme çekiliyor. Bu noktada Büyük A’nın yarattığı dünyadaki kaotik durum daha da aleni hale geliyor. Savaşın bu kötü yönü romanın iki kahramanı Numune ve Onüç tarafından gösteriliyor. Tıpkı Faust’un, teolojik dünya tasavvurunun vebalini, özne olmayı benimseyerek reddetmesi gibi bu iki asker de, metaforik düzlemde devletin zorunluluklarını reddederek firar edince Xırbo’lar tarafından esir ediliyor.

Öykü düz bir biçimde ilerlemiyor romanda. Yazar analepsist ve metalepsist yöntemlerle kurduğu romanı biçimsel olarak da sondan başa doğru ilerletiyor. Bunun nedenini ise romanın sonunda anlıyoruz. Romanın kahramanlarından olan ve yamukların hayatını kaleme alan Sonyamuk aslında “boktan intikam kitabının” da yazarı olan Murat Uyurkulak’tan başkası değil. Har romanı bu yönüyle, Tefail’in yazarı yönlendirmesiyle oluşuyor. “Ayrıca laf salatası da yapma, otur, hakikatten ne anladığı yaz adam gibi… Bi de mümkün mertebe gerçek isimlerden uzak dur, zira Büyük A’nın gücüne gider…” böylece ortaya özgönderimsel bir roman olan Har çıkıyor.

“Yamukların” önlenemez yükselişi
Yeryuvar’ın doğusundaki savaşın yarattığı amnezik durum yalnızca dört parçaya bölünmüş insanlarda değil tüm insanlarda vücut buluyor. “Tarihini hatırlasa infilak edecek bir ülke” olan Netamiye insanlarının, yüzleri gibi adları da yok. Hepsi yamuk. Yamukbir, Yamukiki, Yamuküç, Onüç, Otuzbeş, Sonyamuk vs. Hepsi de, “Hâlbuki üç tarafından ışık almasına rağmen kasveti bir türlü sökülüp atılamayan” evin misafirleri. Ve bu misafirlerden biri her gün ülkenin doğusundaki savaşta ölmekte. Numune ve Onüç ölmemek için askerden kaçmış ve Onüç, Tefail tarafından “hakikatle terbiye edilecek koca bir küreyi” terbiye etmek için aday seçilmiş. Ama karşılarına hep yamuklar çıkıyor. Her bir yamuk savaşın derin izlerini yaşamış. Yaptıkları işler yamuklara özgü. Korsan işine girip, kitap, cd vs. basıp satıyorlar. Yamukların kendilerine ait iğreti bir dünyaları var. İğretilik, dünyanın bütünün kendilerine ait olmamasının yarattığı sancıdan kaynaklanıyor izlenimi uyandırmakta. Kendi içlerindeki iğreti mutlulukları, bütünün mutsuzluğunun yanında hiçbir anlam ifade etmiyor. Yamukların hepsi de arafta kişiler. Ölmemişler ama böyle bir dünyada da yaşamıyorlar aslında. Arafta kalmış yamuklar insanlığa hakikati yaymak için kitap yazıyor. Dünyayı yamuklar yönetse her şeyin daha iyi olacağına ilişkin bir çıkarıma yönlendiriyor yazar okuru. Ya da yaşanılabilir bir dünya için herkesin “yamukların bakışına” ihtiyacı olduğu sonucuna götürüyor.

Bu arada ülkenin doğusundaki savaşta hala insanlar ölüyor ve yamukların arasına, arafa geliyorlar. “Palaskalı her Netam’ın yanında, poşulu bir Xırbo” ruhlar âlemine inmeye başlıyor. Tefail’e bakılırsa çifter çifter inmelerinin nedeni, “kardeş olmalarından dolayı birbirlerinden ayrılamayacak olmasıdır.” Sonyamuk’un, “Ya ayrılırlarsa” sorusuna ise Tefail daha manidar bir cevap veriyor: “Olsun. Yine de kardeştirler.”

Araf, bir çıkış anını; eşikten atlama durumunu simgeliyor. Kitabın adının neden Har olduğunu anlıyor okur. Bu cehennemi dünyanın her an patlamaya hazır alev toplarını biriktirdiğini gösteren Murat Uyurkulak böylece, hakikati, görmek isteyen gözlerin önüne serdiği usta işi bir edebi eser yaratıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder