27 Haziran 2014 Cuma

Ruh-ı Mücerred Gibi Yerden Fışkıran Naaşlar!

Geçmiş bilinmeyeni bilmek, eskiye dair olan biteni ortaya çıkarmak için vurulan kültürel bir kazı, toplumsal belleklerimize inen siyasal bir kazıya dönüşüyor ise, “hiçbir kültür ürünü yoktur ki, aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın” diyen Walter Benjamin‘e kim haksız diyebilir?!

Geçmiş yeraltındadır diyor arkeoloji!

Ve o geçmiş kazıldıkça kimliksiz ölüler mezarlığının üstünde yaşadığımız hakikatiyle bir kez daha karşılaşıyoruz. Arkeoloji, bu devletin geçmişini olanca çıplaklığı ile gün yüzüne çıkarıyor ve bu ülkenin “yeraltında”, büyük bir barbarlık belgesi yattığını söylüyor.

Bu durumun şaşırtıcı olmaması, en çok şaşırtan şey! Toplumsal belleğimize kısa bir yolculuk, neden şaşırtıcı olmadığını daha iyi ispatlıyor bize.

Bu ülke “kurşun atanın da yiyenler kadar şerefli” olduğu ve o “şerefli” çetelerin bizzat devlet eliyle kutsanıp payelendiği zehirli ve marazi bir söylemi kendisine rehber edindi. Onunla kalmadı, “balıkları yok etmek için denizi kurutmak gerek” diyerek köy boşaltmaların, köy yakmaların meşru zeminleri zihinlere enjekte edildi. Öncesi, tüm bu söylemlerin siyasal yol haritasıydı ve “bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz!” vecizesiyle ete kemiğe bürünüyordu.

Tüm bu siyasal gaddarlığın ve barbarlığın ideolojik yol haritası ise “Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığı” savında kendini gösteriyordu ve devlet topyekûn beyaz bere giydiğini kanıtlıyordu. İşte o beyaz beredir ki önce Ermeni‘nin, ardından alevi Kürdün, sonra yalnızca Alevi‘nin ve sonra Rum‘un katliamlarla, soykırımlarla tanışmasına vesile oluyordu.

Sonrası, “baş düşman” Kürt için toplu mezarlar çağıydı. Önce Siirt’teki Newala Qasaba, ardından Van’ın Çatak ilçesi, Dersim Çemişgezek, derken Silopi jandarma taburunda bir askerin ihbarıyla ortaya çıkan toplu mezar. Şimdilerde Diyarbakır ve daha açığa çıkmamış, kim bilir hangi arkeolojik kazıyı ve rastlantıyı bekleyen nice toplu mezarlar olasılığı.

Arkeologların belleğimize vurduğu kazı darbelerinin iktidar mensuplarını; örneğin Devletin Bahçeli’sini “Türk milletinin kardeşlik duygularına kazma sallayanlara iyi gözle bakılamayacağı açıktır” diyerek rahatsız etmesinin bir anlamı olmalı. O anlam, arkeologlar bu soğukta zatüre olur üzüntüsünü taşımıyorsa eğer, toplu mezar olasılığının gün be gün artmasından başka ne olabilir?

Neme lazım, yarın öbür gün bir arkeolojik kazı da Karadeniz’de yapılır ve Pontos’lara, başka bir gün Ege’de yapılır Tahtacılara ve Rumlara ve başka başka yerlerde yapılan kazılarda, bütün ötekilere ait toplu mezarlara rastlanabilir ve bu barbarlık belgeleri ile “Türklüğün kardeşlik duygusu” bir anda zedelenebilir.

İşte bu yüzden geçmiş toprağın altındadır diyor arkeoloji. Ve bugün yerüstüne olan biten her şey, yeraltında olanların, bundan sonra da olmaya devam edeceğinin sinyallerini veriyor.

Örgüt olduğunu kendi ağızlarıyla beyan eden katilleri, “örgüt yok, siz yanlış biliyorsunuz” diye serbest bırakarak ve böylece tüm kurumlarıyla beyaz bere giyip Ogünleşmiş, Samastlaşmış, Hayalleşmiş ve Erhanlaşmış olduğunu kanıtlayarak veriyor mesela.

Sivil halkın üzerine savaş uçaklarıyla bomba yağdırıp, sonra sanki hiçbir şey olmamış, Uludere diye bir yer yokmuş ve biz bunları rüyamızda görmüşüz gibi davranılmasını ve tüm bunların unutulmasını isteyerek veriyor.

Olan biten hiçbir şeyi unutmayıp, katillerin salınmasını, sivil halkın üzerine bomba yağdırılmasını ve tüm başka faşizan uygulamaları çığlık nedeni yapanları “terörist” diye içeri atarak veriyor ya da.

Olur da yarın öbür gün tüm sanatçılar KCK ya da adını yeni duyacağımız bir örgütten içeri atılırsa şaşırmayalım diye şimdiden bizleri alıştırıp, şiir yazan, resim yapan, öykü yazan herkes potansiyel terörist ilan edilerek sinyalini renklendiriyor.

Tecavüz anında bağırmayan özürlü bir kızın buna razı olduğu sonucunu çıkarıp tecavüzcüleri serbest bırakarak veriyor yarın toprağın altından hala ruh-ı mücerred gibi naaşlar fışkıracağının sinyalini.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder