Geçmiş bilinmeyeni bilmek, eskiye dair
olan biteni ortaya çıkarmak için vurulan kültürel bir kazı, toplumsal
belleklerimize inen siyasal bir kazıya dönüşüyor ise, “hiçbir kültür ürünü
yoktur ki, aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın” diyen Walter Benjamin‘e
kim haksız diyebilir?!
Geçmiş yeraltındadır diyor arkeoloji!
Ve o geçmiş kazıldıkça kimliksiz ölüler
mezarlığının üstünde yaşadığımız hakikatiyle bir kez daha karşılaşıyoruz.
Arkeoloji, bu devletin geçmişini olanca çıplaklığı ile gün yüzüne çıkarıyor ve
bu ülkenin “yeraltında”, büyük bir barbarlık belgesi yattığını söylüyor.
Bu durumun şaşırtıcı olmaması, en çok
şaşırtan şey! Toplumsal belleğimize kısa bir yolculuk, neden şaşırtıcı
olmadığını daha iyi ispatlıyor bize.
Bu ülke “kurşun atanın da yiyenler kadar
şerefli” olduğu ve o “şerefli” çetelerin bizzat devlet eliyle kutsanıp
payelendiği zehirli ve marazi bir söylemi kendisine rehber edindi. Onunla
kalmadı, “balıkları yok etmek için denizi kurutmak gerek” diyerek köy
boşaltmaların, köy yakmaların meşru zeminleri zihinlere enjekte edildi. Öncesi,
tüm bu söylemlerin siyasal yol haritasıydı ve “bana sağcılar adam öldürüyor
dedirtemezsiniz!” vecizesiyle ete kemiğe bürünüyordu.
Tüm bu siyasal gaddarlığın ve
barbarlığın ideolojik yol haritası ise “Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığı”
savında kendini gösteriyordu ve devlet topyekûn beyaz bere giydiğini
kanıtlıyordu. İşte o beyaz beredir ki önce Ermeni‘nin, ardından alevi Kürdün,
sonra yalnızca Alevi‘nin ve sonra Rum‘un katliamlarla, soykırımlarla tanışmasına
vesile oluyordu.
Sonrası, “baş düşman” Kürt için toplu
mezarlar çağıydı. Önce Siirt’teki Newala Qasaba, ardından Van’ın Çatak ilçesi,
Dersim Çemişgezek, derken Silopi jandarma taburunda bir askerin ihbarıyla
ortaya çıkan toplu mezar. Şimdilerde Diyarbakır ve daha açığa çıkmamış, kim
bilir hangi arkeolojik kazıyı ve rastlantıyı bekleyen nice toplu mezarlar
olasılığı.
Arkeologların belleğimize vurduğu kazı
darbelerinin iktidar mensuplarını; örneğin Devletin Bahçeli’sini “Türk
milletinin kardeşlik duygularına kazma sallayanlara iyi gözle bakılamayacağı
açıktır” diyerek rahatsız etmesinin bir anlamı olmalı. O anlam, arkeologlar bu
soğukta zatüre olur üzüntüsünü taşımıyorsa eğer, toplu mezar olasılığının gün
be gün artmasından başka ne olabilir?
Neme lazım, yarın öbür gün bir
arkeolojik kazı da Karadeniz’de yapılır ve Pontos’lara, başka bir gün Ege’de
yapılır Tahtacılara ve Rumlara ve başka başka yerlerde yapılan kazılarda, bütün
ötekilere ait toplu mezarlara rastlanabilir ve bu barbarlık belgeleri ile
“Türklüğün kardeşlik duygusu” bir anda zedelenebilir.
İşte bu yüzden geçmiş toprağın
altındadır diyor arkeoloji. Ve bugün yerüstüne olan biten her şey, yeraltında
olanların, bundan sonra da olmaya devam edeceğinin sinyallerini veriyor.
Örgüt olduğunu kendi ağızlarıyla beyan
eden katilleri, “örgüt yok, siz yanlış biliyorsunuz” diye serbest bırakarak ve
böylece tüm kurumlarıyla beyaz bere giyip Ogünleşmiş, Samastlaşmış, Hayalleşmiş
ve Erhanlaşmış olduğunu kanıtlayarak veriyor mesela.
Sivil halkın üzerine savaş uçaklarıyla
bomba yağdırıp, sonra sanki hiçbir şey olmamış, Uludere diye bir yer yokmuş ve
biz bunları rüyamızda görmüşüz gibi davranılmasını ve tüm bunların unutulmasını
isteyerek veriyor.
Olan biten hiçbir şeyi unutmayıp,
katillerin salınmasını, sivil halkın üzerine bomba yağdırılmasını ve tüm başka
faşizan uygulamaları çığlık nedeni yapanları “terörist” diye içeri atarak
veriyor ya da.
Olur da yarın öbür gün tüm sanatçılar
KCK ya da adını yeni duyacağımız bir örgütten içeri atılırsa şaşırmayalım diye
şimdiden bizleri alıştırıp, şiir yazan, resim yapan, öykü yazan herkes
potansiyel terörist ilan edilerek sinyalini renklendiriyor.
Tecavüz anında bağırmayan özürlü bir
kızın buna razı olduğu sonucunu çıkarıp tecavüzcüleri serbest bırakarak veriyor
yarın toprağın altından hala ruh-ı mücerred gibi naaşlar fışkıracağının
sinyalini.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder