26 Haziran 2014 Perşembe

Kurguyu kanatan gerçekler / Sibel Öz


‘Kitab-ı Zuhur’, uzun süredir tiyatro ve edebiyat eleştirisi ile uğraşan Bülent Yıldız’ın ilk kitabı. ‘Kitab-ı Zuhur’, bir romanı okurken alışageldiğimiz sürüklenme, kendini kaptırma ve rahatlama hissini yaşatmıyor okura. Aksine okur sürekli uyanık olma, metni ve kurmacayı çözmeye çalışma uğraşısı içinde biraz da yorucu bir eyleme çekiliyor.

Bülent Yıldız’ın tiyatro geçmişi de düşünüldüğünde, metni kurarken tam bir yabancılaştırma tekniği uyguladığını ve bunu geniş anlamda ele aldığını belirtmek gerekiyor. Öyle ki ne yazarla ne kahramanlarla ne de anlatılan ve kat kat açılan olaylar örgüsüyle özdeşleşmek mümkün olmuyor. Yazar tekil değil, tepede durmuyor, kalemi birbirine devreden, yazarın belirsizleştiği ve çoğullaştığı bir kurgu söz konusu.

Bu durumda yazarın yarattığı ve sorumluluğu ona ait olan dünyada rahatça gezinemediğiniz ve yazarın kurucu otoritesine güvenemediğiniz gibi, kimin yazan, kimin yaşayan, yani kimin yazar kimin kahraman olduğunu da tam olarak kestiremiyorsunuz. Kahramanlar da, oluşturulan kurgu içinde yazma etkinliğinin bir parçasına dönüşmüş olduğundan onlarla da bir yabancılaşmayı yaşamak durumunda kalıyorsunuz. Bülent Yıldız belki de şunları diyor: Yazar aslında kahramanın kendisidir, çünkü herkes kendi hayatının kahramanıdır. Ne yazarları ne de kahramanları abartmaya gerek yok, çünkü ölüm ve nihai son aslında her şeyin kurmaca olduğunu kanıtlayan tek gerçektir.
Bu açıdan ‘Kitab-ı Zuhur’, rahatlatmayan bir kitap.

Bülent Yıldız, bu kitapta kurmaca tekniğini en üst sınırlarına kadar zorlarken, klasik giriş-gelişme-sonuç dizgesini de altüst etmiş. Olayların nerede başlayıp bittiği kimi zaman belirsizleşse de, kitabın sağlam örgüsü bu tekniği bir noktadan sonra eğlenceli hale getiriyor. Hayat gibi iç içe geçen, belirsizlikler ve olasılıklarla örülü, birbirinden koparılamayan öğelerden kurulu, çoğul ve kollektif bir edebi yapıyla karşı karşıya kalmak sık rastladığımız bir durum olmasa gerek.

Bir kitabı bitirdiğinizde bazen zihniniz onu yazmaya ya da yaşamaya devam eder. Son sayfayı okuyup bitirdiğimde, kitapta geçen “Onlara mezar kazıcılar diyorlardı…” sözü zihnimde yankılanıp duruyordu. Kitabın bir derdi vardı. Anlatım tekniği ve kurgunun okuru yönelttiği zorlu yol bir yana, içerik olarak da okuru vicdanıyla ve yaşadığı ortamla hesaplaşmaya iten, okurken sorgulatan niteliği hemen göze çarpıyordu.

Bülent Yıldız’ın metamorfik olarak kurduğu Ta ülkesi, onun kurucusu ulu Ta, Ta’nın diktiği aşılmaz duvar ve üzerine çizilmiş bulunan ısıtmayan yalancı Güneş, emirleri yüce Ta kurullarından alan gayri resmi mezar kazıcılarının düzeni korumak adına giriştiği cinayetler, faili meçhuller, işkenceli sorgular, kayıplar… Onları ikiyüzlüce koruyan bürokrasi kademesi, resmi görevliler, siyasetçiler… Dördüncü Yön insanlarının haklarını savunan Dörtduvarcılar ve onlarla ittifak halinde, muhalefetin bir parçasını oluşturan OrtakDünyacılar… Ulu Ta ülkesine kurban edilen nice genç insan… Her şey ne kadar da tanıdıktı. Bunları düşünürken, bir taraftan da günün haberlerine göz gezdirmek istedim. Radikal gazetesinin 27 Temmuz tarihli sayısında “TİM 3: İşkencesi Ünlü Masa” başlığı altında, “Sedat Selim Ay’ın İstanbul Terörle Mücadele sorumluluğuna atanması, 90’larda Tim 3’le anılan birçok işkence vakasını hatırlattı” cümlesi, bir anda ‘Kitab-ı Zuhur’un, adeta gerçek hayata zuhur etmesine neden oldu.

Bülent Yıldız kitabında ülkenin siyasi geçmişine ve acılı tarihine değinirken, yine yabancılaştırma tekniğini uygulamış. Olayları yeni isimler ve kavramlar türeterek anlatmayı tercih etmiş, ancak bu teknikle sizi olaylara dışarıdan bakmaya davet ettiğinde bile onları ruhunuzda hissettirebilmeyi başarabilecek kadar da yetkin. Kaldı ki işkencecilerin isminin o ya da bu olması, dünyanın o ya da bu köşesinde yaşanması neyi değiştirir ki? Egemenler, tarihin her döneminde insan hayatlarını “teferruat”a indirgeyen “yüce” idealler icat edebildiler. Herhalde edebiyat, insanın sözle yapılabilen en rafine savunusu hâlâ…


(10/08/2012 tarihinde Sibel Öz’ün yazdığı, Radikal Kitap’ta çıkan yazı)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder