Mitoslar zaman ve mekanla
sınırlandırılamayacak evrensel bir öz taşırlar. Belki bu özelliğinden dolayı
tüm sanatsal yaratılara kaynaklık edebilmekte; tersine çevrilebilir, yeniden okunabilir
ve kim hangi bağlamdan bakarsa baksın kendi bakış zemininin isnat noktalarını
mitosların temel özelliğinde bulabilir olması, onun tazeliğini her daim
korumasının en temel nedenidir.
Troya savaşı, bu savaş
ekseninde gelişen olaylar ve söylenceler kuşkusuz ki bu mitosların ilk
sıralarında yer almaktadır. Bunun bir nedeni savaşın yıkıcılığının belki de ilk
ve en vahşi göstereni olması ise diğer bir nedeni öncesi ve sonrasıyla o
yıkıcılığı sergileyebilecek pek çok konu ve temaya hem güncel hem tarihsel bir
kapı aralamış olmasıdır.
Troya savaşının Paris’in
Helena’yı kaçırma mitosuna dayandığı biliniyor. Bu konu ekseninde mitosta
farklı söylemler yer alsa da, özü şudur: Troya’lı Paris, Yunan komutanlarından
Agamemnon’un kardeşi Meneleos’un karısı Helene’i, Meneleos’un misafiri olduğu
sırada kaçırır ve ülkesi Troya’ya götürür. Bunun üzerine onurunu kurtarma
telaşı içinde Meneleos, abisi Agamemnon’la birlikte Troya’ya saldırır. Hemen
hemen tüm mitolojik kahramanların içinde yer aldığı Troya savaşı bu minval
üzerine başlar ve gelişir. On yıl süren bu büyük kuşatma Yunanlılar’ın
zaferiyle sonuçlanır. Kent yağmalanır, yerle bir edilir. Mitolojik
karakterlerin büyük bir bölümü bu savaşta ölürler. Savaşı kazanan Agamemnon,
büyük ganimetlerle ülkesine geri döner.[1]
Bu büyük savaş
Homeros’tan Sofokles’e, Europides’ten James Joyce’a, oradan pek çok sinema
filmine kaynak ve referans olduğu gibi Shakespeare’e de kaynaklık eder.
Shakespeare bu savaşı, savaşın kahramanlarını değiştirmeden ama ona kimi
eklemeler ve değişiklikler yaparak, Troilos ile Kressida başlığı altında
oyunlaştırır. Oyunun ne zaman ve neye istinaden yazıldığına dair kesin bir bilgi
ve tarih verilmemesine rağmen 1600’lü yıllarda yazıldığı biliniyor.
Shakespeare’i üç döneme ayırırsak, bu oyun ikinci dönem oyunları içinde yer
almaktadır. Hamlet ve Windsor’un Şen Kadınları’ndan sonra yazdığı düşünüldüğünde,
buna bir yönüyle olgunluk dönemi oyunu da diyebiliriz. Olgunluk dönemi oyunu
olmasına rağmen oyunun türü konusunda bir muğlaklık da bulunmaktadır. Tragedya
ve komedya kalıpları içinde değerlendirilebilecek bir oyun değildir Troilos
ile Kressida. Kimi söylem biçimlerinden yola çıkarak tragedya formu taşısa
da, bu form, özellikle oyunun iki
karakterinden biri olan çöpçatan Pandaros ile soytarı özellikleri taşıyan
Thersites’in komedyaya kaçan söylemleriyle bozuma uğramaktadır.
“Troilus and
Cressida, oyuna adını veren kişiler ölmediğine göre bir tragedya sayılamaz.
Ama ele alınan konunun burukluğu yüzünden bunu bir komedya saymanın, mutsuz son
yüzünden de traji-komedya saymanın yolu yoktur. Hangi türe girdiği bile
saptanamayan Troilus and Cressida, eleştirmenleri uzun süre
yıldırmıştır.”[2]
Türü konusunda
eleştirmenleri yıldıran, bu yüzden “problem play” kategorisinde yer alan bu az
bilinen ilginç oyunda Shakespeare, aşk ve savaş olgularına farklı bir gözle
bakar. Seçilen kahramanlar savaşın asıl kahramanları ve olayın özü Troya savaşı
temelli olsa da, Shakespeare, savaşın içinden bakarak olayı başkalaştırır ve
değiştirir. Ne kahramanlar savaşın bildik kahramanlarıdır ne savaş bildik
savaştır ne de yaşanılan aşk yazarın başka oyunlarında işlediği aşka
benzemektedir. Shakespeare’e bakılırsa savaşı aslında kimse istememekte ve
herkes rahatsızlığını türlü yollarla dile getirmektedir. Savaş anlamsız bir
nedenle başladığı için anlamsızlaşmıştır. Yazar oyuna tam da savaşın
anlamsızlaştığı yerde, ortalarında başlar ve bir prologosla seslenerek
seyirciyi oyunun öncesine ilişkin bilgilendirir.
“Troya’nın sağlam
surları içinde,
Güzel Helena,
Meneleos’un karısı,
Kendini kaçıran çapkın
Paris’in kollarında uyumakta,
Ve işte bütün kıyamet
de bundan kopmaktadır.
…
Oyunumuz bu savaşın
ilk günlerini atlayarak,
Oyun, Troya’lı Priamos’un oğlu Troilos’un,
Yunanlılar tarafında yer alan Troya’lı bilici Kalkhas’ın kızı Kressida’ya olan
aşkından dolayı artık savaşmayacağını anlatan diyalogla açılır. Birbirlerine
bağlılık yeminleri eden iki aşıktan Kressida, babası Kalkhas’ın isteği üzerine
Troya’lı Antenor’la değiş tokuş edilip Yunanlılar tarafına geçer geçmez bir
Yunan komutanı olan Diomedes’le aldatır Troilos’u. Aslında Troilos’un başına
gelen Meneleos’un başına gelenden farklı değildir. Meneleos’un yaşadığı
ihaneti, savaşın içinden bakarak, bu kez Troya’lılara yaşatır Shakespeare. Bu
üç olay (iki aşk ihaneti ve savaş) yaşanan savaşın içinden tekrar okunarak tek
bir kurguda bir araya getirilir. Bu durum, yaşanılan aşkın da, savaşın da ters
yüz edilerek tekrar sunulmasıdır. Böylece aşk da, tıpkı yaşanan savaş gibi
anlamsızlaşan bir değerin göstergesi olur. Bu kurguyla hareket eden
Shakespeare, Troya savaşını ve bu savaş çerçevesinde vuku bulan olayları
mitosta yer aldığı biçiminden farklı olarak tersine çevirir ve savaşın
anlamsızlaşan özünü, değersizleşen aşk temasıyla bütünleştirerek farklı bir
okuma yapar. Söylemi nettir Shakespeare’in: Savaşın anlamsızlığı, tüm değerler
sistemini alt üst ettiği gibi, aşkı da ters yüz eder.
Nihayetinde bu savaş,
Yunanlı Helen’in Troya’lı Paris’le Meneleos’u aldatmasından kaynaklanıyorsa,
Kressida da bir Yunanlı ile Troya’lı Troilos’u aldatır. Neden o denli
anlamsızdır ki yazar bu kez aşk ihanetini Troya’lılara yaşatarak bu
anlamsızlığı pekiştirir. Böyle yapmakla Shakespeare mitosu başkalaştırdığı
gibi, bir yönüyle de Meneleos nezdinde Yunanlılara iade-i itibarda
bulunmaktadır.
Shakespeare olayları farklı okurken, savaşta
aslında hiç ön planda olmayan yahut bulunmayan kişilerin bakışlarıyla sunar.
Yahut savaşta yer alıp taraf tutanları tarafsızlaştırarak sergiler. Oyunun baş
kişilerinden Troilos, Priamos’un oğlu olmasına rağmen gerçekte savaşta ön
saflarda adı geçen biri değildir. Savaşın büyük referansı İlyada’da bile
yalnızca bir yerde, o da savaşta ölen biri olarak gösterilir. Onun sevgilisi
olan Kressida’ya ise ne mitosta ne de savaşta rastlarız. Kressida oyunun tek
kurgusal kişisidir. Shakespeare bu kurgusal kişiyi ekleyerek onu Yunanlılar
tarafına geçen Kalkhas’ın kızı yapar. Mitosa göre Kalkhas’ın kızı yoktur. O,
Troya’nın “en büyük bilicisi” ve “rüya yorumcusu”dur. Bu özelliğinden dolayı
Yunanlıların savaşı kazanacağını önceden bilmiş ve bu yüzden Yunanlıların
safına geçmiştir.[4]
Apollon’un yetiştirdiği
Troya’lı bir okçu olan Pandaros ise Kressida’nın dayısıdır. Ama Pandaros oyunda
ne bir okçu ne de bir savaşçıdır. Dahası hangi tarafta olduğu belli olmayan ve
Kressida ile Troilos’un arasını yapmaya çalışan bir çöpçatandır. Oyunun en
önemli karakteri kuşkusuz ki bir soytarı olan Thersites’tir. Mitosta Yunan
askeri olarak görülen ancak savaşta hiçbir varlık göstermeyen Thersites,
savaşın içinde gerçekleri tüm açıklığıyla ve herkesin yüzüne çekinmeden
söyleyen açık sözlü, patavatsız biri olarak bulunur. Bu açık sözlülüğünden
dolayı savaşta herkes tarafından aşağılanan ve horlanan Thersites, oyunda da bu
özelliklerinden yola çıkılarak bir soytarı biçimine bürünür. Shakespeare’in
gözüyle bakarsak, savaşın anlamını, daha doğrusu anlamsızlığını gören ve bunu
aleni bir şekilde açıklayan tek kişi Thersites’tir. Herkes tarafından tepelense
de doğruları söylemekten, kahramanlarla dalga geçmekten vazgeçmez. O, Shakespeare’in
asıl kişisidir aslında. Bu yüzdendir ki, savaş gibi yıkıcı bir olayı Thersites
gibi bir soytarı ve Pandaros gibi bir çöpçatanın gözüyle gösterir bize. Biri
Yunanlı, diğeri Troya’lı olan bu iki kişinin, savaşı ve savaşanları alaya alan
yaklaşımları, savaşın gerçekten komediye dönüşen yönlerini göstermeleri bir
yönüyle traji-komiktir.
“THERSİTES: Ya
Agamemnon çıban çıkarmışsa? Her bir yanı, baştan aşağa çıban içindeyse?
AİAS: Thersites!
THERSİTES: Ya bu
çıbanlar patlarsa? Söyle, o zaman başkomutan da patlamaz mı? Orduda azgın bir
çıbanbaşı olmaz mı?
AİAS: Köpek!
THERSİTES: Patlarsa
belki içinden akıl çıkar. Şimdilik akıl makıl göremiyorum onda.
AİAS: Köpoğlu köpek!
Kulağın duymuyor mu? Sırtın duysun öyleyse!
THERSİTES: Seni de
alay ede ede imana getirmeli. Ama nerde? Sen bir duayı ezberleyinceye dek,
senin atın söylev vermesini öğrenir!” (45)
Savaş gibi trajik bir
olay, bir soytarının gözüyle komediye dönüşür. Gülünmelidir aslında bu savaşa.
Ama gülünmesi gereken savaşın yıkıcılığı değil, onun anlamsız olan ve gittikçe
de anlamsızlaşan nedenidir. Anlatıya hakim olan dil Thersites ve Pandaros’un
dili olduğuna göre, bu durum, savaşın özünün “soytarılık” olduğunun da
göstergesi olur.
“THERSİTES: Şu
Agamemnon’a bakın. Fena adam değil, piliçlere de pek düşkün; gel gelelim,
kafasında beyinden fazla kulak kiri var. Ya kardeşine ne dersiniz? Hem eşek hem
öküzdür o… Köpek mi, katır mı, kedi mi, sansar mı, leş kargası mı, yumurtasız
ringa balığı mı? Hepsi olmaya razıyım, tek Menelaos olmayayım! Uyuz bir
dilencinin üstünde bir bit olmaya razıyım, ama Menelaos olmaya asla!” (112)
Böylece oyun savaşı işler
gibi görünse de mitos tepetaklak edilerek bunun anlamsız olan özü işler yazar.
Savaş içinde vuku bulan olaylar da hep bu özü pekiştirmek için serimlenir.
Anlamsız olan öz, aşk ilişkisini anlamsızlaştırması gibi, savaş durumunu ve
kahramanlarını da bozuma uğratarak bir bütünlük yaratılır. Akhilleus da, Hector
da, Odysseus da hem mitosta ve hem de İlyada’da anlatılan kahramanlardan
farklıdırlar. Savaşta ve mitosta yer alan bu önemli kahramanlar, birer savaşçı
değil savaştan sızlanan insanlara dönüşmüştür. Akhilleus’un Hector’u tuzak
kurarak öldürmesi, savaşmak istemeyenin kendini çadırına kapatması, düşman
değil de dostmuşlar gibi birbirlerini çadırlarında ağırlamaları, ziyafetler
verip birbirlerini övmeleri ve canları sıkıldığında, Mina Urgan’ın deyimiyle “spor
olsun diye” dövüşmeleri, savaş ortamı içinde normal olmayan bir biçimdir. O
dönem savaşçılarının düşman da olsalar birbirlerine saygıları olduğu yahut
Akhilleus’un Agamemnon’la anlaşmazlığı yüzünden savaştan çekilme isteği vs.
bilinse de, Shakespeare’in tüm bu durumu bir abartı içinde vermesi,
anlamsızlığın temelini pekiştirme kaygısı taşımaktadır.
Oyunun başında, “böyle
bir amaç uğruna savaşamam ben” diyerek savaşı kötüleyen Troilos,
Kressida’nın kendisini aldatmasıyla bir nevi Meneleos sendromuyla hareket
ederek savaşa canla başla sarılır ve Meneleos’un Paris’le savaşmak istemesi
gibi, o da Diomedes’le savaşmak ister. Savaşsa da ölmez. Oysa mitosta Akhilleus
Troilos’u öldürmüştür. Ve aynı Akhilleus, Hector gibi bir kahramanı hain bir
tuzakla değil savaşarak öldürür. Nihayet oyun sonunda savaş bir sonuca varmaz
ve askıda kalır. Mitos bu noktalarda da farklılaşır. Ve oyun çok anlamsız
görünen, çöpçatan Pandaros’un kadınlar, erkekler ve şehvet hakkında uyarı
biçimindeki söyleviyle biter: “Canım kadın sarrafları, yazın da asın bunu
duvarlara: kadınlı erkekli kapı kulları şehvetin, iki ay sonra gelin,
vasiyetimi dinleyin.” (134)
Ama oyunu asıl özetleyen
Thersites’in, Pandaros’un bu son söyleviyle paralellik taşıyan söylemi olur: “Hepsi
şehvet peşinde! Hepsi edepsiz herifler!” (113) “Şehvet, şehvet! Hep
savaş ve şehvet! Modası geçmeyen yalnız bunlar. Hepsinin canı cehenneme!”
(120)
Oyunda ve mitosta yer alan bazı kişilerin karşılaştırılması
MİTOSTA
|
OYUNDA
|
|
Troilos
|
Priamos’un oğlu. Savaşta aktif bir rolü yok. Nerede ve
nasıl öldüğü net olarak bilinmiyor. Ama İlyada’da, Akhilleus’la savaştığı ve
öldüğü yazılır.
|
Meneleos’la aynı kaderi yaşar ve sevgilisi Kressida
tarafından aldatılır. Oyun başında savaşmak istemez ancak aldatılınca intikam
almak ister ve Diomedes’le savaşır. Ancak ölmez.
|
Kressida
|
Mitosta yer almaz.
|
Kalkhas’ın kızı, Pandaros’un yeğenidir. Troilos’un oynak
sevgilisidir. Oyunun başından itibaren Troilos’a ilgi duymasına rağmen onu
sınamak ister. Birlikte olduklarında, ölene dek onu aldatmayacağına sözler
vermesine rağmen, ayrılır ayrılmaz, tüm Yunan komutanlarıyla cilveleşir ve
Diomedes’le Troilos’u aldatır.
|
Thersites
|
Yunan ordusunda askerdir. İlyada’da ismi yalnızca bir kere
anılan ve Agamemnon dahil herkese dil uzatan açık sözlü biridir.
|
Oyunun neredeyse baş kişisidir. Mitostaki özelliğinden
dolayı oyunda soytarı olarak çizilir. Herkesle eğlenen, dalga geçen ve
savaşın anlamsız özünü her yerde dalga geçerek belirten biridir. Oyuna hakim
olan dil onun olduğu için, savaşı ve ilişkileri de onun gözüyle görürüz.
|
Pandaros
|
Tanrı Apollon’un yetiştirdiği usta bir okçu olarak
Troya’lılar saflarında bulunur. Attığı okla Meneleos’u yaralar ama öldüremez.
Diomedes’le karşılaşır ama Diomedes onu öldürür.
|
Oyunda savaşçı özelliğiyle yer almaz. Kressida’nın
dayısıdır ve onunla Troilos’un arasını yapmaya çalışan bir çöpçatandır.
|
Akhilleus
|
Yarı tanrıça özelliği vardır ve bu yüzden ölümsüzdür.
Yalnızca topuğundan öldürülebilir. Mitosta yürekli, mert bir savaşçıdır.
Hector’la teke tek dövüşte onu öldürür. Yunanlıların savaşı kazanmasında onun
rolü bulunur. Sonunda topuğundan bir okla vurularak öldürülür.
|
Agamemnon’a başkaldırır ve savaşmak istemez. Mitosta
Odysseus’un yakın dostu olmasına rağmen oyunda onun tarafından en çok
eleştirilendir. Kibirli, kendini beğenmiş olarak bulunur. Hector’u silahsız
yakaladığı bir anda haince öldürür. Oyunda ölmez.
|
Hektor
|
Priamos’un en büyük oğlu, Troya’nın en büyük komutanı ve
savaşçısıdır. Akhilleus’tan sonra en büyük savaşçı olarak da kabul edilir.
Savaşta Akhilleus tarafından öldürülür.
|
Oyunda neredeyse hiç değişmeyen ender bir karakterdir.
Mitosta da Paris’e Helena’yı kaçırıp ülkeyi savaşa soktuğu için kızar, oyunda
da. Yine ölür ama Akhilleus’un haince tuzağına maruz kalarak.
|
Kalkhas
|
Troya’lı bir bilici ve rüya yorumcusudur. Yunanlıların
savaşı kazanacağını bilip onların safına geçtiği için de hain olarak
damgalanır.
|
Yunanlılar tarafına geçen Troyalı bir rahiptir ve kızı
vardır. Kızı Kressida onun isteğiyle Troyalı bir esir komutan olan Antenor’la
değiş tokuş yapılarak Yunanlılar tarafına geçer.
|
Paris
(Aleksandros)
|
Savaşın asıl nedenini oluşturan Priamos’un en küçük
oğludur. Hekabe, doğacak olan çocuğun bir ateş gibi Troya surlarını
saracağına ve tüm Troya’yı yıkıma götüreceğine ilişkin bir rüya görür. Bunun
üzerine doğan çocuk ölmesi için İda dağına bırakılır ancak ayı sütü ile
beslenir. Çocuğu bir çoban bularak büyütür. İyi bir çoban olan Paris’e,
sürülerin koruyucusu anlamına gelen Aleksandros ismi takılır. Daha sonra
savaşı körükleyecek üç güzel yarışmasında seçici olacak ve gerçektende
Troya’yı yıkıma götüren kişi olacaktır.
|
Oyunda iki ismiyle de yer alır. Paris olarak savaştan
korkan ve çekinendir ama çok fazla yer alan biri değildir. Aleksandros olarak
ise Kressida’nın uşağıdır. Oyunda herkesin dalga geçtiği ve kızdığı kişidir.
|
[1]
Mitosta bu durumu yaratan ön bir söylem bulunur. Bu söyleme göre Paris, İda
dağında yaşayan bir çobandır. Günün birinde bir düğüne davet edilmeyen kötülük
tanrıçası Eris, ortaya bir elma atarak üzerine, “en güzele” diye yazar. Hera,
Athena ve Afrodit’in katıldığı bu yarışmada Paris karar vericidir. Bu üç güzel
de Paris’e bir teklifte bulunur. Hera, Asya krallığını, Athena, sonsuz aklı,
Afrodit ise güzeller güzeli Helena’nın aşkını vaat eder. Paris bunların
arasından Helena’yı tercih eder ve elmayı Afrodit’e verir. Böylece Helena
Paris’in olur. (bkz. Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, Kasım
2001, s.238)
[2] Mina
Urgan, “Troilos ile Kressida” oyununa yazılan önsöz. Adam Y, İstanbul:1956,
s. 13 (vurgu kendisinin)
[3] W. Shakespeare, Troilos
ile Kressida, Çev: Sabahattin Eyuboğlu, Mina Urgan, Adam Y, 1956, s.17
(kitaptan yapılacak bundan sonraki alıntılar, alıntı yanında sayfa numarasıyla
verilecek)
[4] Yine
Mitosa göre Kalkhas, savaş sırasında Yunan ordularında çıkan vebanın nedenini
de bilir. Vebanın nedeni, Troya çıkarması sırasında Apollon tapınağını
yağmalayan Akhilleus ve Myrmidonlar’ın Apollon rahibesi olan Khryseis’i rehin
almalarıdır. Kalkhas, kızın Apollon’a teslim edilmediği takdirde vebanın
bitmeyeceğini söyler. Bunun üzerine Akhilleus’la, esir kıza el koyan Agamemnon
arasında sert tartışmalar olur ve Akhilleus kızı geri vermezse savaşmayacağını
söyleyerek çadırına çekilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder