Shylock Sendromu adlı yazıda yeniden üretim meselesinin kapitalizmin devamlılığı açısından olmazsa olmaz olduğunu ve bu meseleyi Althusser‘in ideoloji çözümlemesi ekseninde ele aldığını satır aralarında belirtmiştik. Bu değinme, bu yazının da gerekliliğini örgütledi doğal olarak.
Althusser’in
yeniden üretim mevzusuna gelmeden önce, “dünya gaz ve toz bulutundan
oluşmuştur” kadar geriye gitmesek de, en azından Marksizm’de bu durumun
zeminlerinin nasıl örüldüğünü görmek de elzem olduğu kadar eşyanın tabiatı
gereğidir.
Marks
toplum yapısını incelerken onu alt yapı ve üst yapı biçiminde ele alır ve alt
yapının son kertede üst yapıyı belirlediğini, üst yapının ise alt yapıyla
karşılıklı belirleyici ilişkiler içinde olduğunu belirtir. Buna göre üst yapı
öğeleri olan hukuk, siyaset ve ideoloji alt yapının belirleniminde gelişir. Bu
tariften yola çıkarak ve çoğunlukla da Marksizmi salt Marks’ın yazılarıyla ele
alanların; bu anlamıyla da Marksizme indirgemeci yaklaşımla bakanların sayısı
az değil. Lenin, tarihsel ilerlemeci ve bu anlamıyla determinist yaklaşımları
ekonomizmin batağına saplanmak olarak eleştirmişti. Lenin’i, yalnızca
hasımlarını değil aynı zamanda kendi yandaşlarını da bu eleştiriye tabi
tutmasının en temel nedeni, kapitalizmin, dolayısıyla devrim ve iktidar
sorununun iktisadi bir gelişim süreci olarak algılanmasından kaynaklanmaktadır.
Lenin’in Marksizme yaptığı en önemli katkı bu anlamıyla devrimin ekonomik yapıyı
değil, siyasal üst yapıyı ele geçirme sorunu olduğu; devrim için mücadelenin
siyasal ve ideolojik alanlarda yapılması gerektiğine ilişkin çözümlemeleriydi.
Lenin’in devrimci irade ve örgütlenme stratejisinin odağında da bu anlayış
bulunmaktadır. Bunlar teorik düzeyde bilinmesine rağmen genellikle de gözden
kaçmaktadır.
Lenin’in
kapitalizme bakarak ve dolayısıyla devlet sorununa eğilerek ulaştığı bu sonuç
kendinden menkul bir sonuç değildi aslında. Bizzat Marks’ın kapitalizm
çözümlemesi ve Marks’ın bu çözümlemesinin yalnızca, kapitalist üretim tarzını
ekonomi politiğin bir okuması olmadığını görmesinden kaynaklanmaktadır. Marks
kapitalizmi çözümlemeye burjuva ekonomi politiğin eleştirisiyle başlar.
Marks’ın bu eksendeki çıkış noktasını ise “emeğin yabancılaşması” ve “meta
fetişizmi” oluşturur ve Marks bu iki özelliği birbirinden ayrıksı olmayan bir
temelde ele alır. Emeğin yabancılaşması ve meta fetişizmi Marks’a göre özel
mülkiyetin bir sonucudur. Ama aynı zamanda bu iki temel tanım, özel mülkiyetin
yeniden üretimini beslemesi ve sağlaması anlamında da nedenini oluşturmaktadır.
Yani özel mülkiyet, karşılıklı bağımlılık ilişkisi içinde meta fetişizmi ve
yabancılaşmanın hem nedeni hem de sonucudur. Çünkü meta fetişizmi bağlamında
emeğin yabancılaşması, özel mülkiyetin yeniden üretimini beslemektedir.
Marks
özellikle de “yabancılaşma” ve “meta fetişizmi” bağlamında ele aldıkları
kapitalist üretim tarzının politik sonuçlarını emeğin hiçleştirilmesi,
nesneleştirilmesi ve insanın “şeyleşmesi” eksenine oturtur. Kapitalizmin
ekonomik yönelimini tahlille başlayan süreç Marks’ı kaçınılmaz biçimde politik
sonuçlara ulaştırır ve kapitalizmin “şeyleştirici” yönünü açığa çıkarır. İki
farklı açılımla ele aldığı bu iki kavram Marks’ın değinimlerinde birbiriyle
organik bir ilişki içinde bulunmaktadır. Meta fetişizmi yabancılaşmayı
doğurmakta, yabancılaşma ise, ideolojik yanlış bilinçlenmeyle birlikte meta
fetişizmini beslemektedir. Üretici emekten uzaklaşarak kapitalist özel mülkiyet
için değer oluşturan meta, emeğe yabancılaşır ve ideoloji dolayımı ile ebedi
olarak algılanmaya başlanır.
Lenin’i,
kapitalizm ekonomik bir örgütlenmeden çok siyasal bir örgütlenmedir ve onunla
yapılacak mücadele de siyasal alanda olmalıdır çizgisine götüren anlayış
Marks’ın bu temel saptamalarına dayanır. Teorisyen olmaktan ziyade iyi bir
propagandist olan Lenin, kapitalizmin, kendini bu siyasal alanda ideolojik
olarak yeniden ürettiğini bilmektedir. Burjuva ideolojisinin siyasal olarak
sosyalistlerin açık bıraktığı boşluğu dolduracağını ve bunu kendi yeniden
üretimine dönüştüreceğini de biliyordu. Dolayısıyla Lenin için ideolojik ve
siyasal mücadele yürütmek önemliydi.
Buraya
kadar yazdıklarımızdan çıkan sonuç Marksizmin ekonomik bir sistem analizine
indirgenemeyeceği, ya da kapitalist üretim tarzını ekonomi politiğin bir
teorisi olarak okumanın doğru olmayacağıdır. Bu tür bir bakış Marksizmi,
iktisat yasalarının çözümleyicisi konumuna indirgeyecektir ve Marksizmin
praksis yönü gözden kaçacaktır. Çünkü Marks’ın temel bakışını belirleyen sınıf
mücadelesidir ve Marks bu eksenlerden hareket ederek bir eylem felsefesi
yaratmaya çalışmaktadır. Sınıf mücadelesinin temel alanında ise siyasal ve
ideolojik mücadele bulunur. Burjuvazi açısından da durum böyledir. Burjuvazinin
siyasal ve ideolojik mücadelesinin temel alanı ise sömürü koşullarını “yeniden
üretim” oluşturmaktadır. Çünkü kendi sömürü koşullarının ebediliğini
sağlayamayan hiçbir üretim biçiminin yaşama şansı yoktur.
Dolayısıyla
bu noktada kapitalizmden söz ettiğimizde iki temel şeyi de göz önünde
bulundurmamız gerekmektedir. İlki, kapitalizmin kendini “yeniden üretimi”
yoluyla yaptığı mücadele, ikincisi bu mücadele alanını sınıf mücadelesinin
sürdüğü siyasal ve ideolojik alanda yürütüyor olmasıdır.
İkinci
yazı tam da bu “yeniden üretim” meselesi ve Althusser okuması üzerine olacaktır
diyerek bu yazıya üç nokta koyalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder