27 Haziran 2014 Cuma

Mirik mezrasının kasketli komünisti

Tarih 24 Ocak 1973’ü gösterdiğinde, Dersim’in Vartinik ilçesi, Mirik mezrasında pusuya yakalandılar. Ali Haydar Yıldız’ı vuranlar, İbrahim’i yaralamışlardı. Yaralı olarak pusudan kurtulan İbrahim, beş gün boyunca farklı köylerde saklandı. Beş gün sonra bir öğretmenin ihbarı sonucu yakalandığında, yarasına bir de ayaklarının donması eklenmişti. Böylece alıp Diyarbakır’a götürdüler. Buna rağmen direndi ve ayaklarının kesilmesine izin vermedi İbrahim. Ne var ki yemeğine koydukları ilaç sayesinde uyutuldu ve ayakları kesildi. “İyileştikten” sonrası daha kötüydü. Diyarbakır zindanlarında günlerce işkenceye uğradı. Ve sonradan, “ser verip sır vermeme” geleneğinin altın anahtarı olacak şu sözleri söyledi kendisine işkence yapanların yüzüne:
 “Esasen biz komünist devrimciler, prensip olarak siyasi kanaatlerimizi ve görüşlerimizi hiç bir yerde gizlemeyiz. Ancak örgütsel faaliyetlerimizi, örgüt içinde bizimle birlikte çalışan arkadaşlarımızı ve örgüt içerisinde olmayıp da bize yardımcı olan şahıs ve grupları açıklamayız… Ben bu uğurda her türlü neticeyi göze alarak ve can bedeli bir mücadeleyi öngörerek çalıştım ve neticede yakalandım. Asla pişman değilim. Bir gün sizin elinizden kurtulursam gene aynı şekilde çalışacağım.”
Onların elinden kurtulamadı.
Tarih 18 Mayıs 1973'ü gösteriyordu ve Diyarbakır’a gelen babası, intihar ettiği söylenen İbrahim’in işkencede parçalanmış cesedini teslim alıyordu.
Aradan 38 yıl geçti. Ne yukarıdaki sözler ne de bu sözleri söyleyen kişi değerinden hiçbir şey kaybetmedi. Bu topraklarda her devrimci, düşman karşısında nasıl davranması gerektiğini biliyorsa; kasketli başı hafif yana eğik, gülen gözleriyle cihana bakan İbrahim’in saçtığı bu tohumdandır.
Ancak bu kasketli komünisti çağdaşlarından farklı kılan onun polis karşısındaki “ser verip sır vermeyen” bu baş eğmez tutumu değildi. ‘71 devrimci çıkışı içinde onu farklı ve daha ileri noktada konumlayan şey, asıl olarak Kemalizm ve Kürt ulusal sorunu konusundaki keskin eleştirisi ve sol hareketin bu sorunlar karşısında takındığı ideolojik gerilikti. Öte yandan, çağdaşlarının yüzünü güney Amerika devrimlerine dönüp fokocu örgütlenmeleri referans aldığı ve Marksizmi ve Leninizmi unuttuğu bir sırada yüzünü Leninist örgütlenmeye dönerek kurulacak partinin mutlaka komünist ismini alması gerektiğini söylemesiyle de, ideolojik ve politik noktalarda farklı olduğu çağdaşlarıyla, örgütsel olarak da ayrı yerde durduğunu göstermişti.
THKP-C ve THKO’ya kadar tüm 71 hareketinin örgütsel meseleleri güney Amerika devrimleri üzerinden tartıştığı bir sırada İbrahim Kaykapkaya’nın Mustafa Suphi’lerin TKP’si ile sonraki reformist TKP arasında sınır çekilmesi gerektiğini tartışması ve ilkinin sahiplenilip ikincisinin reddedilmesi gerektiği sonucunu çıkarması, sol içinde ilk kez dile getirilen görüşlerdi. Bu tartışmalardan sonra kurduğu örgütün sonuna M-L ibaresinin eklenmesi, işte reformizmle sınır çizme ve ilkini sahiplenme arayışından başka bir anlama gelmemekteydi.
Belki de daha önemli olan ise onun ideolojik ve politik noktalardaki duruşuydu. Herkesin yeni bir ulusal kurtuluş savaşından söz edip yüzünü Kemalizme döndüğü sırada (ki başka yöne hiç dönmemişlerdi) “Kemalizm kurtuluş savaşının içindeyken emperyalizm ve feodalizm ile uzlaşmaya ve karşı devrimciliği temsil etmeye başlamıştır. Halka ve komünistlere alçakça düşmanlık gütmüştür, bu yüzden kemalizm ezilen yığınlar ve kürt halkı üzerindeki faşist diktatörlüktür” diyen yine bu kasketli komünistti. Ancak onun çıkışı bununla sınırlı kalmadı. Aynı ideolojik ve politik evrimi, kemalizmi ve resmi ideolojiyi eleştirmiş olmasından dolayı, ulusal sorun konusunda da göstermişti. 1920’li yıllardan 1970’li yıllara kadar gelen süre içinde tüm sol geleneğin Kürtleri bir ulus olarak bile göremediği, sadece muğlak bir “doğu sorunu”ndan söz ettiği dönemlerde, ulusların kendi kaderini tayin hakkının ayrı bir devlet kurma hakkı olduğunu yüksek sesle ikircimsiz dile getiren tek kişinin yine İbrahim Kaypakkaya olması, bugün hala kimilerinin misak-ı millici, Kemalist çizgiden kurtulamadığı düşünüldüğünde, onun herhalde varoluşunun ne denli önemli olduğunu berraklaştırmaktadır.
Eğer bir gün devrimin not defteri tutulacaksa, o defterin ilk sayfalarında hiç kuşku yok ki bu kasketli başı hafif yana eğik, inançlı ve direngen, Mirik mezrasının yaralı komünisti İbrahim Kaypakkaya yer alacaktır.
Tarih 18 Mayıs’ı gösteriyordu ve İbrahim hiç ölmüyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder